21. yüzyılın cahilleri

21. yüzyılın cahilleri

Nurten Ağaçbiçer yazdı...

 

“21. Yüzyılın cahilleri okuma-yazma bilmeyenler değil; okumayanlar, öğrendikleri 

yanlış bilgileri değiştirmeyenler ve yeniden öğrenmeyenler olacaktır.”     

Bugünkü yazıma Alwin Toffler’in bu güzel ve çok yerinde tespitiyle başlamak istedim.

Biliyoruz ki bilgi, insan ruhunun en değerli varlığı. 

Bilgi hakkında birçok şey söylenebilir ama bence en büyük özelliği canlılığı;  sabit olmaması, değişebilir, yenilenebilir olması… Tıpkı su gibi akıcı.

Durağan sularda canlı organizmaların azılıp yosun bağlanması gibi; eskiden edindiğimiz ama artık işe yaramayan bilgilerin yenilenmesine izin veriyor muyuz? Artık yaşadığımız bilgi çağında, öğrendiğimiz eski bilgileri yenileriyle değiştirmeye ne kadar açığız?  

Bu konuda gözlem yaptığımda çok yaygın bir durum var. Herkes her konu da çok bilgili ve kaplar o kadar dolu ki; yeni bir bilgiye yer yok. Ve o kaptaki bilgilerin doğruluğundan o kadar eminlik var ki. Yeni bir bilgiyi dinlemeye gerek yok. Oysaki en çokta dinlemeyi öğrenmeye ihtiyacımız var.

Geçen gün bir arkadaşımla bir bilgiyi paylaşacağım, daha konuyla ilgili birkaç sözden sonra ne demek istediğime odaklanmadan, dinlemenin hiçbir adımına özenmeden, kendi edindiği bilgiyle kıyaslamaya başladı. Daha bilgi üzerine konuşamadan ön yargı duvarı bariyeri kuruldu. Nerede kaldı yeniye ulaşmak! Bir zaman edindiğin bilginin seni konfor alanında rahatça tutup, tutsak kalmana izin verdin. Sadece biraz dur ve dinle! Bu kadar basit bir adım.

Oysaki dünyada hiçbir sınır olmadığını önyargısız ve anlamak için baktığımızda, her şeyi gerçekten her şeyi göreceğimizi bilmek... Toffler’in dediği gibi bu çağın cahilleri olmamak için en iyi yol.

Dünyayı değiştiren yeni bilgilerin hiç biri, kendi çağının kural ve inançlarına körü körüne itaat eden uyumlu çoğunluktan çıkmadı. Doğruluğuna inanılan fikirleri, bilgileri sorgulayıp ötesini merak edenler ilerlemeyi sağladı. Tıpkı beyin gibi öncü oldular, diğerleri onları takip etti.

Niteliksiz bir eğitimden geçmiş, düşünmesi ve aklını kullanması elinden alınmış, özgüvensiz, sorgulama yapma yeteneği gelişmemiş, büyük bir oranı genç nüfusa sahip, sadece tüketici olarak kapitalistlerin ihtiyaç duyduğu bir topluluk olmaktan çıkmak için; hangi soruları sormalıyız?

Soru: Kendinden farklı olana, farklı düşünene, her konudaki yeni bilgiye –dini inançlar dahil- neden bu kadar kapalıyız? Farklı olana neden bu nefret, değişime duyulan öfke neden böyle güçlü?

Soru: Her kuşağın; kendi yanlışlarıyla gelişimini sakatlayan kurallarının, kendi çocuklarına aynen taşınması için gösterilen inatlı çaba neden? Kendinden sonraki gençliğe ne bırakacak? Son kullanma tarihi geçmesine rağmen, çoğunluğun kaybetmekten ölüm kadar korktuğu töre, gelenek, adetleri mi ya da içi boşaltılmış taklit inançları mı?

Şunu da hatırımızdan çıkarmayalım; canlı suyu taşıyan yeni bilgi “ab-ı hayat” kaynağıdır.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum