İç Çamaşırını Avrupa'ya Said Galip Paşa Götürmüş!

İç Çamaşırını Avrupa'ya Said Galip Paşa Götürmüş!

1825 yılında Fransa'ya gönderilen Mehmet Said Galip Paşa bakın başından geçenleri nasıl anlatmış...

 
1825 senesinde Sadrâzam olan Mehmed Said Galip Paşa, bir ara amedî-i Divan-ı Hümâyûn (bugünkü dışişleri sekreteri) olarak Fransa’ya özel elçi olarak gönderilir. Paşa, Fransa hâtıralarını “Paris Sefaretnamesi” adı altında kitaplaştırır.


O sıralar henüz vezir olmadığı için “efendi” unvanı bulunan Galip Efendi’nin karşılaştığı enteresan hadiselerden birini hâtıratından şöyle öğreniyoruz:


“Avrupalılar medeniyeti kendilerinden başka hiç kimseye vermezler, alelhusus Müslümanlar’ı medeni saymazlar. Halbuki bunlar medeniyetin dış yüzüne iltifat ve itibar edip henüz taharet ve nezafet mevzuları nedir bilmezler. İşte bu cümledendir ki, henüz iç libasımız (giyeceklerimiz) olan servallerden (çamaşırlardan) haberleri yoktu. Vakit vakit (çok zaman) kaldığımız için servallerimiz kirlenmişti. Bunların temizlenmesi için nisvan câmeşuyân (kadın çamaşırcılar) iktiza ettiğinde kendilerine verdiğimiz iç çamaşırlar meyanında iç donlarımızı görüp hayrette kaldılar. Mensub oldukları ekabir hanelerine götürüp seyrettirmişlerdir. Bahusus uçkur başlarındaki suzenî nakışların (renkli ipek işlemelerin) zerafetine hayran olmuşlar ve bunların örneklerini almışlardır. Bazı meclislerde mülaki ve musahip olduğumuz (buluşup konuştuğumuz) rical ve nisvan (erkek ve kadınlar) don, uçkur, iç gömleği, zıbın gibi çamaşırlarımızı gördüklerinde hayret ederler, uzun uzun seyrederler ve hatta ne işe yaradığını sormak acipliğini izhar ederlerdi. Hatta bu meyanda bazı sanayi erbabı hayran kaldıkları servallerimizi numune ittihaz eyleyüp bunlardan imalâta başladılar.” 
Galip Efendi’nin gözlem ve değerlendirmeleri çok yerinde. Daha düne kadar tuvalet kültürleri bile olmayan bu insanlar medenilik söz konusu olunca mangalda kül bırakmıyorlar. 
14.-15. yüzyıllara gelindiğinde bile Avrupa’da tuvalet mefhumu yoktu. Sokaklar pislikten geçilmiyordu. Hatta bazı prenslerin sokaklardaki pisliklere batmamak için yüksekçe kaldırımlar inşa ettirdikleri tarihen kayıtlı. 
Dönemin Paris’inde sokaktan geçen insanların başına her an bir pencereden pislik dökülmesi mümkündü. Bununla birlikte parfüm sanayinin Fransa’da gelişmesinin sebebi de temizlik kültürü olmayan bu insanların o pis kokuları izale etmek istemeleridir.
Evet, Orta Çağ Avrupa’sında görülen salgın hastalıkların baş sebeplerinden birinin, bu insanların tuvalet kültürüne sahip olmamaları olduğunu biliyoruz. 
Gerçi bazılarının, bunun önüne geçmeye çalıştıklarının hakkını vermek gerek. Meselâ 1388 yılında İngiltere Kralı İkinci Richard göl ve derelere def-i hacet yapılmasını yasaklar. Ancak nereye yapılacağını söylemeyi unutur. Zavallı halk ne yapsın? Çözümü sokakta arar. Evinde ürettiği her türlü pisliği; büyük, küçük ne varsa sokak penceresinden aşağı bırakır. Bu iş o kadar yaygınlaşır ki Edinburgh’da gece sokağa çıkma gafletinde bulunan birisi, başına bir oturağın boşaltılmasını önlemek için sürekli olarak “heed your handle!’ (elindekine dikkat et!) diye bağırmak zorunda kalırmış.


Aynı Orta Çağ İngiltere’sinde, en çok para kazanılan mesleklerden biri gongfermor; yani düzleyicilikmiş. Bu kelime, Saksonca’da kokuşmak anlamına gelen gong ve temizlemek anlamına gelen; fey’den türetilen, fermor’dan geliyordu. Belediye meclisleri, kuyulardan gelen kokular, halkı rahatsız etmeye başladığında, gongfermorları çağırıyor ve kuyuları temizlettiriyorlardı. Gangfermorlar temizleyicilik işlerinin yanı sıra çıkardıkları malzemeyi de zayi etmeyip çiftçilere gübre olarak satıyorlar ve bundan ek bir gelir elde ediyorlardı. 


“Güneş Kral” denen 14. Luis’in Paris’inde de durum pek farklı değildir. Orada da her çeşit kirli atık gece gündüz demeden pencereden sokağa, bahçeye boşaltılırmış. Tek farkla; eline lazımlığı alan pencereyi açar ve aşağıdakinin cinsine göre cümle başına bir mösyö, matmazel veya madam ekleyerek “gare a l’eau!” (suya dikkat!) diye bağırıp salıverirmiş.


Peki sokakları işgal eden bu kadar kazurata ne oluyor dersiniz? O günün içtimai hayatını belirleyen kurallara göre toplum köylüler ve şehirliler diye sınıflara ayrılıyor, zavallı köylüler iş için şehre geldiklerinde, dönüşlerinde (şehre gelmenin ikramiyesi olarak!) şehirlilerin pisliklerini arabalarıyla götürmek zorunda kalıyorlarmış.
Tarihî bilgiler bize 17. yüzyılın sonlarına doğru lâzımlık keşfedilmeden önce saraylar dahil olmak üzere bütün merdivenlerde, kapı arkalarında, balkonlarda kısacası ihtiyacın ortaya çıktığı her yerde insan dışkısı görmenin mümkün olduğunu söylemektedir.


Yine bir Avrupalı tarihçinin araştırmasından Orta Çağ sonlarına doğru yalnız evlerde değil, asiller ve zenginlerin saraylarında bile tuvaletin olmadığını, ihtiyaçlarını gidermek isteyenlerin, altında bir çeşit oturak bulunan iskemlelerine oturarak rahatladıklarını ve bu iskemleyi de odalarının bir bölmesine gizlediklerini öğreniyoruz.
 Bahsi geçen “oturak”ların pis kokusunun yayılmaması için de “kapaklı birer kutu” içine konulduğunu ve bu kutuların kadın ve erkeğe ait olmak üzere iki adet yatağın başucuna sağlı sollu yerleştirildiğini, zamanla da bu kutuların yatak odası takımlarındaki komidin olarak bizim de evlerimizi şereflendirdiğini (!) öğreniyoruz.


Bu arada Osmanlı’nın ilk Paris elçisi Yirmi Sekiz Mehmed Çelebi’nin dilimize kazandırdığı “üzerine tüy dikmek” deyiminden bahsetmek yerinde olur kanaatindeyim. Rivayete göre Versay Sarayı kaynaklı bu “tüy dikme” uygulamasına göre, sarayın koridor köşelerine hacetlerin büyüğü giderildiğinde uşaklar, bunları dışarı atmadan önce üzerine bir kaz tüyü sokarlarmış. Birkaç gün sonra da tüyden tutarak kurumuş olan haceti pencereden dışarı fırlatırlarmış. Batılıların bu pratik zekalarına her zaman hayran olmuşumdur!


İnsanoğlu düşüne düşüne neler icat etmiyor ki! 15. Louis döneminde krala özel bir oturak (lazımlık) yapılmış. Kral cenapları saray erkanını kabul ettiği zaman, taht biçimindeki süslü, yüksek oturaklı tahtına oturur, huzurundakilerle devlet meselelerini görüşürken hiç çekinmeden bir taraftan da ihtiyacını giderirmiş. Özel tahtın arkasındaki odadan oturağı değiştirmek ve kralın altını temizlemek mümkünmüş. Ve bu özel görev, sarayın uşaklarına değil, ancak kralın sevdiği saray erkanından bazılarına, büyük bir lütuf olarak verilirmiş. 


Bu arada, günlük hayatta sokaktaki tuvalet ihtiyacı için özel sektör devreye girer ve kendine özgü çözümler üretmekte gecikmez. Ellerinde “seyyar umumi hela” görevi gören kova ve pelerinle dolaşıp, ihtiyacı olanları bu pelerinin altına alarak işlerini görmelerini sağlayan ve bunun karşılığında da para alan kişiler türer. Ancak, kazurat yine sokaklara dökülür. 


Bunun yanında, batı insanının tuvalet kültürüne, daha doğru kültürsüzlüğüne karşı özel sektör buluşları arasına bir yenisi daha eklenir. Yahudilerin dinî simgesi olan şapkadan ilham alan müteşebbisler, bunun güneşliğini leğen gibi bol tutarak benzerini imâl ederler. Adına “fötr” denilen bu şapka, münasebetsiz maddelerce kirlenmek istemeyen kadın ve erkekler tarafından bir talep patlaması ile karşı karşıya kalır. Öyle ki, pencelerden yağan bu kazurat terörü 18. yüzyılın sonlarına doğru polis tarafından yasaklanmasına rağmen fötr artık bir moda olarak Avrupalı insanının başında yerini almıştır. 


Bugün dünyaya medeniyet dersi vermeye kalkan batı insanının çoğu eskiden Haziran ayında evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran’da hâlâ çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de az kötü kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyorlardı. 


O dönemin banyoları içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizcedeki “banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın” (Don’t throw the baby out with the bath water) deyimi buradan gelmektedir.

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.