Koç, "Siyasiler kamuoyuna göre konumlanıyor"

Koç, "Siyasiler kamuoyuna göre konumlanıyor"

Röportaj: Pınar Yeşiltay SEVİM...

Kadın olmak zordur; ayakları yere basan, akademik anlamda kendini geliştirdiği gibi gelecek nesillere şekil veren ve siyasetten sanata her konuda söyleyecek sözü olan kadın olmak daha da zordur. Bugün sizleri tam da böyle bir kadınla Dr. Seçkin Berber Koç ile tanıştırmak istiyorum. Hem akademisyen hem eğitimen hem de anne.

Günümüzde her ne kadar kadınların aktif siyasete katılımı artsa da siyaset psikolojisi alanında çalışan ve İran siyaseti gibi zor bir alanda akademik çalışmalarını devam ettiren çok fazla kadın yok. Bu bağlamda sözü kendisini tanıtmak üzere Dr.Seçkin Berber Koç’a bırakmak istiyorum.
 
Seçkin Hanım bir akademisyen, danışman ve anne olarak kendinizi ve  çalışma alanlarınızı tanıtabilir misiniz?

Merhaba Pınar Hanım. Siyaset bilimi çatısı altında 2007 yılından bu yana akademik çalışmalarımı yürütüyorum. Lisanstan, Yüksek Lisansa ve daha sonra Doktora derecesine kadar Dokuz Eylül Üniversitesi çatısı altında yer aldım. Doktora öncesi IBEI Uluslararası Siyaset Okulunda (Barcelona) eğitim gördüm ve sonrasında ülkeme geri dönüş yaptım. Çalışma konum esas itibariyle Siyaset Sosyolojisi idi ve bu doğrultuda çalışma bölgesi olarak İran’ı tercih ettim. Bu aşamada bana mihmandarlık eden sevgili merhum hocam Prof. Fred Halliday’in adını anmadan geçmek istemem. Zira bana Türkiye’de yaşayan bir akademisyen olarak yanı başımdaki engin bir çalışma bölgesi olan İran’ı o işaret etmiştir. Bu bağlamda İspanya’dan döndükten sonra özellikle devlet-toplum eksenli çalışmalara yoğunluk verdim ve doktora tezimde İran devlet yapısını inceledim. Tabii bu süreç Siyaset Bilimi çatısı altında akademik çalışmalar yaparken çok önemli bir alanın varlığını fark etmemi sağladı: Siyaset Psikolojisi. Türkiye’de maalesef Siyaset Bilimciler tarafından çok fazla dikkate alınmayan bir alt disiplin. Alan yazındaki eser sahipleri çoğunlukla psikoloji kökenli. Oysa Siyaset Psikoloji, siyasal davranışların kökenini incelerken salt psikoloji alt yapısına sırtını dayarsa eksik kalıyor. Bu alana yönelik araştırmalarım aşamasında hem siyasilerle, hem siyasi etkincilerle (aktivist) hem de gazetecilerle çalışma fırsatım oldu. Misafir öğretim üyesi olarak verdiğim dersler arasında özellikle Siyasal Şiddet dersi öğrencilerimin de ufuk açıcı yönlendirmeleri sayesinde beni bu alana daha fazla yönlendirdi. Uluslararası bir düşünce kuruluşunda Önderlik (Liderlik) konu başlığında koçluk/kolaylaştıcıcılık yaptım ve aynı zamanda eğitimler verdim. Tüm bu süreç beni akademisyen olarak Siyaset Psikolojisi tarafına odakladı diyebilirim.

Duygusal Zeka kavramı üzerine derinleşme isteğim de bunun bir tezahürüdür. Akademik araştırma alanımla doğrudan bağlantılı olması sebebiyle psikoloji alan yazına yöneldim ve çalışmalarımı bu doğrultuda çeşitlendiriyorum son yıllarda. Kurumsal düzlemde bireylere ve kurumlara kolaylaştırıcılık desteği sunarken özellikle Duygusal Zeka, Şiddetsiz İletişim, Önderlik (Liderlik), Takım Ruhu, Çatışma Yönetimi ve Müzakare (İkna) Becerileri gibi konu başlıklarında da eğitimler veriyorum. Farkındalık Atölyeleri düzenliyoruz ve kişilik tipolojileri üzerinden düzenlemeler nasıl yapılır bunlara bakıyoruz. Akademik çalışmalarımın yanına eklenen bu uygulamalı eğitmenlik ve kolaylaştırıcılık tarafı beni çok besledi itiraf etmeliyim ki. Çünkü biz akademisyenler kuramsal ve kavramsal çalışmalara kendimizi o kadar kaptırırız ki bir noktadan sonra sahadaki uygulamalarla aramızda kopukluk oluşabilir. Koçluk bu bağlamda beni destekleyen bir çalışma alanı oldu. Siyasetle bağlantılı alanların dışına çıkabildim. İnsana, bireysel hikayelere daha fazla dokunabilme fırsatı yakaladım. Zenginleştirdi bu süreç beni.

Tabii bunun yanına annelik de eklendi. Zaman zaman psikoloji okumalarım ebeveynlik eksenine de kaydı. Bu konuda profesyonel hayattaki naçizane bilgi birikimimi ve deneyimimi ebeveynlik ile harmanlayarak, benim gibi ebeveynlere aktarabileceğim ayrı bir alan daha açılmış oldu. Şimdilerde Türkiye Anne ve Babalar Platformu öncülüğünde bu alanda da destek sunmaya çalışıyorum ebeveynlere.  Ebeveyn koçluğu yapmak beni de müthiş geliştiriyor açıkçası. Danışanlarımdan ben her gün bir şeyler öğreniyorum. Birlikte öğrenerek ilerliyoruz. Bundan kıymetlisi yok bana göre.
 
Çok değerli alanlarda aldığınız eğitimler ve kendinizden kattıklarınız ile rehberlik ettiğiniz danışanlarınızın olduğunu biliyorum. Siyaset alanında danışmanlık yapmaya devam ediyor musunuz?

Teşekkür ederim. Evet siyasilere ve siyasi organizasyonlara, sivil toplum kuruluşlarına koçluk desteği sunuyorum.
 
Her geçen an itibari ile sıcak gelişmeler yaşamakta ve dünya tarihini yeniden şekillendirmekte olduğumuz günler yaşıyoruz. Bir tarafta Suriye diğer tarafta Amerika eksenli bir dış politika sürdürülmesi gerekiyor. Siz Suriye politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin yansıttığı siyasi tutuma destek ve eleştirileriniz neler?

Türkiye’nin Suriye politikası üzerine çokça konuşuldu ve yazıldı. Bana göre eleştiri aşamasını geçtik. Geçmiş olmalıyız en azından. Çünkü 8 senedir devam eden ve çok katmanlı bir politikadan bahsediyoruz. Bundan 10 sene önce “komplo teorisi” dediğimiz şeyler karşı karşıya kaldık bugün dünya siyasetinde. Bu sebeple ben bu yoldan vaz mı geçmeli yoksa yeni bir yol mu açmalı sorusundayım. Ve diyorum ki konumuz Suriye ise, ve bu ülkenin sınırları içerisinde yaşayan, sayıları artık milyonlarla ifade edilen Suriyeliler ana gündem maddemiz ise -ki öyle olmalı- bu alanda çalışma yapan araştırma yapan uzmanları dinlemeli ve bundan çok değil 15 yıl sonra birer yetişkin olarak toplumda konumlanacak Suriyeli çocuklara dair acil bir eylem planı geliştirmeliyiz. Eğitim ve sağlık elbette bunların en başında geliyor ancak bir de toplumsal kabul dediğimiz olgu var ki ben ısrarla üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum. Burada topyekün bir çalışma şart. Sadece Suriyelilerin siyasal konumları ve tezahürü değil, Türkiye’deki farklı kesimlerim algısı ve söylemi üzerine de eğilmek gerekiyor. Esas destek sağlanacaksa bu politikalara bir destek sunmalıyız; sunabilmeliyiz.
 
Yerel seçimlerin yaklaşması hummalı bir siyasi yapılanma ve lobi faaliyeti sürecini de beraberinde getirdi. 2019 yerel seçimleri öncesi parti adaylarına önerileriniz neler?

Geçtiğimiz günlerde akademik ve profesyonel çalışmalarımı paylaştığım Savant marka kimliğinin (@savanthink) instagram hesabında tam da bu konuya değinmiştim. Dileyenler ayrıntılı bir şekilde bu paylaşımları da okuyabilirler. Ancak benim hep siyasette vurguladığım bir yaklaşımım var ki onu bir kere de buradan hatırlatabilirim belki. Siyasette bıraktığınız iz kadarsınız. İzinizin rengi, izinizin sesi, izinizin hissi ne ise inanın bana yıllar geçse de unutulmuyor. Bu bağlamda siyaseti uzun soluklu bir yolculuk olarak seçenlere benim naçizane tavsiyem geçici ve sadece seçim dönemlerine yönelik stratejilerle değil; önderlik tutumunu içselleştirebileceğiniz bir yaşam biçimi haline getirebileceğiniz bir yol haritanız olsun. Diğer türlü sizden önceki yüzbinlerce aday arasındaki standart yerinizi alırsınız.
 
Günümüz siyasileri duygusal zeka eksenli bakabiliyor mu sizce?

Bu çok kıymetli bir soru Pınar Hanım; gerçekten önemli bir noktayı işaret  etmişsiniz teşekkürler.

Türkiye’deki siyasilerin duygusal zeka kavramının çok farkında olduklarını sanmıyorum. Ancak ben bu aşamada iğneyi kendimize çuvaldızı siyasilere batırmaktan yanayım. Neden diye sorarsanız. Çok basit aslında yanıtı: siyasiler kamuoyuna göre konumlanıyor. Bakıyorlar; hangi söylem iyi iş yapıyor. Sahada hemen o söyleme göre konum alıyorlar. Bakıyorlar; hangi vaatler iş yapıyor. Seçim sürecini o vaatlerin üzerine inşa ediyorlar. Eee bu doğal değil mi? Evet bir noktada doğal ancak siyasinin işlevi bu mu olmalı? Bence samimiyetle seçmenin kendisine sorması gereken soru bu. Seçmen ne kadar idrakında Duygusal Zeka eksenli siyasetin? Siyaset kesinlikle faydacı bir alan bunun aksini iddia etmiyorum. Ancak faydayı halka topluma doğru çevirebilmek yine seçmenin elinde. Tabii çok farkındalıklı bir bakış açısından bahsediyorum ben. Temeli ailede atılacak olan bir bakış açısı bu bahsettiğim. Siyasete gelene kadar bireysel düzlemde duygusal zekanın unsurlarını içselleştiremedikten sonra bağlantılı diğer alanlarda toplumsal olarak bir ivme yakalayabileceğimizi sanmıyorum. Günlük politikalarla olmaz bu. Orta ve uzun vadeli toplumsal dönüşümü yeniden yapılanmayı hedefleyerek yol almak gerekli. İşimiz hiç kolay değil bu bağlamda....
 
Peki Siyasette olmazsa olmaz nedir?

Dürüst olmak gerekirse bu soruya bir yanıtım yok. Daha doğrusu o kadar külliyatlı bir konu başlığı ki neresinden tutup yanıt vermeli bilemedim. Sadece Türkiye güncelinde şu kadarını söyleyebilirim; Goliath’ı beklemekten vaz geçebildiğimiz gün daha idrak eşiği yükselmiş bir topluluk haline geleceğiz. O zaman belki olmazsa olmaz listesi yapabilecek hale de yaklaşırız.
 
Şiddetsiz iletişim alanında eğitimler verdiğinizden bahsetmiştiniz. Şiddetin her türlüsüne karşı olduğumuzu belirtmekle birlikte şiddetle beslenen bir toplum haline gelmemizi ne bağlıyorsunuz? Siyasi anlamda bunun karşılığı nedir?

Oldukça derin ve uzun bir konu başlığı. Bir dönem Siyasal Şiddet dersi verdim üniversitede ve son sınıf Siyaset Bilimi öğrencileri ilk kez bu kavramı benden duydular. Hazin tabii bu durum. Şiddetle beslenen bir toplum haline gelmemizin altında yatan temel sebep bana sorarsanız şiddeti duygularımızın bir ifade aracı olarak görmemiz bize öğretildiği için. İş yine ailede başlıyor vesselam. Kurbanlar kadar faillere de bakabildiğimiz oranda bunu değerlendirebiliriz bence. Şiddetin altındaki “ilk” hikaye ne? Hadise sadece kadın düşmanlığının ötesinde; zira kadınları öldüren erkekleri de yetiştiren anneler önce birer kadın; babalar önce birer erkek. Bence en ilkel düzlemde ve yeniden, tüm siyasi kaygı eksenli birlikteliklerin ötesinde işe kadın-erkek ilişki düzenlerinden bakabilmeli. Bu bakış açısını topyekün yakalamaya çalışmaktan bahsetmiyorum elbette. Anlamsız bir çaba olur böylesi. Ama siyasetin bu doğrultuda seçim malzemesi haline getirmeden sadece toplumsal iyileşmeyi merkeze alarak yapacağı hamleler çok önemli. Üzerine ilmek ilmek işleyerek uzun yıllarda kurulacak bir yapıdan bahsediyorum. Bizim çocuklarımızın yetişkinliğine kadar adımlar atılabilise ne şahane olur..
 
Peki umutlu musunuz? Araştırmalarınız ve gözlemleriniz size ne gösteriyor?

Umutluyum elbette. Umudu bıraktığınızda “insan”dan vazgeçmiş olursunuz. İnsandan neden vazgeçelim. Son dönemdeki araştırmalarım ve gözlemlerim beni daha sistemik bir pencereden bakmaya yönlendirdi açıkçası. Özellikle psikoloji alan yazına dair tarama yaparken Carl Gustav Jung ve onun takipçilerini izlemeye başladım. Yakın zamanda beni hem bireysel düzlemde besleyen hem de bir kolaylaştırıcı olarak ufkumu açan sistemik felsefeden etkilendiğimi söyleyebilirim. Özellikle sistem dizimi yaklaşımının bireysel ve kollektif vicdanlar eksenindeki bütüncül bakış açısı, sistemin tüm unsurlarını dengeleyerek yol alması beni bu çalışma alanına yakınlaştırdı diyebilirim. Çalışmalarımda da bu bilgiyi kullanarak yol alıyorum son dönemde.
 
 İlginiz ve samimi yanıtlarınız bizler için çok kıymetli. Dediğiniz gibi her şey olacağına varırken belki de en önemlisi kadın - erkek demeden top yekün eğitimle, aile ve toplum bilinciyle hareket eden bireyler haline geldiğimizde siyasi algıyı yönetenler de bizlerin talep ettiği şekilde davranmaya odaklanacaktır, kim bilir… Son olarak eklemek istedikleriniz.
 
Samimi sorularınız için ben teşekkür ederim.
 
 

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.