Bir varmış bir yokmuş…

Kerem Yalçın

 

Günümüzde çocukların -ve ne yazık ki birçok yetişkin bireyin- günlük zamanının en büyük dilimini “ekran” kaplıyor. Burada “ekran” olarak tanımladığım; kimi kez televizyon, kimi kez tablet, telefon, bilgisayar…gibi bizi doğal birer izleyici kılan ekranlar. Peki neden çocuğumuz için “ekranlar” bu denli ilgi çekici, değerli ya da vazgeçilmez?

Elbette ekranlar çok renkli. Elbette ilgi çekici birçok görsele sahip. Elbette çocuğumuz geri mi kalsın teknolojiden? Ama neden –biz bile ister istemez “ekranlara” hapsolmuşken – çocuğumuzun ilgisini başka şeylere çekemiyoruz? İşte asıl sormamız gereken soru bu değil mi? Yani ekranlardan daha ilgi çekici ne olabilir? Adeta çocuğumuzu büyülediğini düşündüğümüz o ekranlardan çocuğumuzu nasıl bir sihirle çekip alabiliriz?

Bir öğrencim, oyuncum ve aynı zamanda en yakın dostum olan Ayşe Gencer Ergün’den bahsetmek istiyorum size. Kendisi bir sihirbaz. Hem de çok önemli bir büyülü güce sahip. Onunla  olan bir sohbetimiz sanırım bu konu ile ilgili yerinde bir örnek olacaktır. Kendisinin anlatımı ile, kızı ve yeğeni –ki kızı da öğrencim olur- tablet ekranında “çokça” zaman geçirirlerken, kendisi yaptığı küçük bir “sihir” den bahsetmişti bana. Sihir için yaptığı yoğun bir çalışmadan sonra sihirbaz annemiz Ayşe, önce içindeki “büyücü ruhu“ çağırmış, ardından büyünün o fantastik dilini kullanarak tablet başında büyülenmiş iki küçüğe bakarak değneğini sallamış ve demiş ki: “-Çocuklar, hadi gelin oyun oynayalım.”

Burada bahsettiğimiz “büyücü ruh”; içimizdeki “çocuk” ruhumuz. “Büyü”  ise; pek tabi ki “oyun”.Yani hepimizin sahip olduğu büyülü, eğlenceli, öğretici, eğitici bir “süper güç”.

Yazımın başında bahsettiğim sorunun cevabı için kendi deneyimlerimiz en doğru kaynakça olacaktır. Yani kendi çocukluğumuz. Bizler çocuğumuzun yaşındayken ilgimiz ne üzerindeydi? Daha doğrusu soruyu şöyle dile getirmek gerekirse “Biz o yaşlardayken en çok neden keyif alırdık?” Cevap çoğumuz için aynı olacaktır şüphesiz; oyun oynamaktan. Yani “bizim zamanımızda” diye başlayan cümlemizin yine bize anlatacağı gibi; o zamanlar “ekranların” yerini mahallelerimizde yaşıtlarımızla oynadığımız “oyun”lar tutuyordu. Bu kadar beton yoktu başımızın üzerinde ve bizler daha toplum rollerimiz içinde sıkışıp kalmamıştık. Şimdi dönüp baktığımızda aslında oyun oynamaktan geç kaldığımız akşam yemekleri ya da yine bu oyunlar yüzünden işittiğimiz anne azarlarımız aslında çok da uzak değil öyle değil mi?

İşte o yüzden biliyoruz aslında her birimiz bu sihri. O halde geriye “içimizdeki çocuğu” çağırıp, onu çocuğumuzla tanıştırmak için gereken cümleyi dudaklarımızdan çıkartmak kalıyor:

“Hadi oyun oynayalım.”

Ve sihirli annemiz Ayşe’nin hikâyesinde sonra ne olmuş dersiniz? Her iki tablet de öylece terk edilip, sihirbaz annemiz ve iki çocuk renkli, büyülü, eğlenceli, öğretici, eğitici ve keyifle dolu oyun dünyasında “kaliteli” ve “dolu” zaman geçirmişler.

Kerem Yalçın

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.