2025’in kelimesi seçildi: dijital vicdan. Türk Dil Kurumu (TDK) tarafından yapılan anket sonucu yaklaşık 300 bin oyla belirlendi. Halkın çoğu bu ifadeyi duyduğunda bir şeylerin içten içe değiştiğini, çağın vicdanının ekranların içine sıkıştığını hissetti. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un da söylediği gibi, Türk Dil Kurumu topluma bir ayna tuttu; ortaya çıkan kavram, hepimizin gözlerinin önünde şekillenen bir gerçeği görünür kıldı: Vicdan artık sessizce içimizden değil, parmak uçlarımızdan akıyor.
Dijital çağda vicdan, bir tıklamanın yumuşaklığına bürünüyor. Bir videoya üzülmek, gönderiyi beğenmek, bir haberin altına “çok yazık” yazmak… Sözde bir duyarlılık gösterisi. Ama bu duyarlılık bazen hareketsiz, etkisiz, yapay. Eskiden vicdan bir eylemdi; bir kapıyı çalmak, birine yardım etmek, bir hayatın ucundan tutmak… Şimdi çoğu zaman bir bildirim sesi kadar kısa, bir kaydırma hareketi kadar yüzeysel olabiliyor. İşte bu yüzden “dijital vicdan” hem çağdaş hem de sarsıcı. Çünkü hem var hem yok; hem içimizde hem dışımızda; hem samimi hem gösterişli.
300 bin oy, aslında 300 bin iç ses gibi okunabilir. Bu kavramı seçen her kişi, belki de kendi dijital vicdanının muhasebesini yapıyordu. İçine sıkıştığımız sosyal medya evreninde, iyilik gösterilen bir vitrin mi oldu, yoksa hâlâ gerçek anlamda bir vicdanın uzantısı olabilir mi? Dijital vicdan; yardım kampanyalarına saniyeler içinde ulaşmamızı sağlayan bir güç müdür, yoksa işin içinden çıkmamızı kolaylaştıran konforlu bir kaçış noktası mı? “Ben üzerime düşeni yaptım” hissi, gerçekten bir şey yaptığımız için mi geliyor, yoksa butona basıp rahatladığımız için mi?
Bu kavram, bireysel ve toplumsal duyarlılık arasındaki çizgiyi yeniden çiziyor. Bir yandan teknoloji sayesinde hakikate, acıya, adaletsizliğe hızla ulaşabiliyoruz. Diğer yandan sürekli akan bilgi, duyarsızlığın yeni versiyonunu üretiyor: Fazla bilgi, az etki. Yani dijital vicdan, hem umut hem tehlike taşıyor.
Belki de asıl mesele şu: Vicdanı dijitalleştirmek mümkün ama dijitalin vicdanı var mı? Elektronik bir kalbin ritmi olur mu? Bir algoritma adaleti tartabilir mi? Empati, ekranın soğuk yüzeyinde ne kadar yaşayabilir? Bu soruların cevapları, 2025’te seçilen bu kelimenin neden bu kadar güçlü bir karşılık bulduğunu gösteriyor.
Dijital vicdan, bize şunu hatırlatıyor: Teknoloji çağında insan olmak, sadece bağlantıda olmak değil; kendi içinin kablosunu da koparmamak. Bir tıklamanın ötesine geçmek. Bazen “paylaş” tuşuna basmaktan daha zor olanı yapmak: Gerçekten dokunmak. Bir adım atmak. Bir iyiliği ekranın değil, hayatın içinde bırakmak.
2025’in “seçilen” kelimesi içten içe bir uyarı, bir davet, bir sorgulama aslında. Dijital vicdan, geleceğin değil; tam olarak bugünün aynası. Ve o aynaya baktığımızda her birimiz kendimize şu soruyu soruyoruz: Benim vicdanım nerede yaşıyor? İçimde mi, ekranımda mı?