DOĞANIN KANUNU…

Babacan PESENKURDU

‘’Mevsimler mi değişti anne...’’ dedi çocuk boncuk boncuk gözleri ile ‘’Yok dedi oğlum, insanlar değişti.’’

Geçmiş zamanlarda dört mevsim yaşarmış bu topraklar ve insanlar dörde bölermiş yılın aylarını. İlkokullarda yapılan el işi çalışmalarında, pamuktan karlar yapılırmış, baharda ise yeşile boyanırmış doğayla beraber tuvaller.

Ve güneş, al yazmalı genç kızın yüz görümlüğü kadar, bakir ve de sarı doğarmış, buğday tanelerinin üzerine…

Buna sebep çocukların o öpülesi, ısırılası yanaklarına yakışan anne baba şefkati ile al al olan yanaklarına ne rüzgâr değer, ne keder…

Zamanların birinde yerli malı haftasın olarak kutlanan, bence bir ülkenin en önemli olan ‘’KENDİ ÜRETİMİ’’olan bu doğal zenginliklerinin sırayla okul sıralarına, piknik sepetleri, sofra bezlerinin içine sarılıp sarmalanmış bir özenle, geleceğinin nesillerinin hem ülke üretimlerini, nimetlerini tanıyıp, bu lezzetleri tamda şansına sahip oluyordu.

En önemlisi de kendi üretimlerinin kıymetini öğreten bu nimetler, çocukları daha devletçi, daha halkçı, daha milliyetçi bir nesil olarak büyümelerini sağlıyordu.

Üzerindeki her bir nesneyi, her bir canlıyı bir ana sevgisi ile karşılayan doğa, kendinden olmayanı da zaman içinde de dışlamaya başlar…

Biz dediğimiz insan nesli, yani kendi kendini zaman içinde de yok eden insan nesli üzerinde yaşadığı yerküreyi de kendisi gibi mahvetmiştir.

Bu koca mavi gezegen, kendisi gibi dörtte üçü sular ile kaplı insanlarının katliamına asırlardır dayanmakta. Kıyamet dedikleri son biz beyni gelişmiş ve sürekli gelişen insanoğlunu gerçekleştireceği bir son sanırım.

Kimsenin kabul etmediği bu soykırımda, akciğerlerimiz olan ormanlar, içinde milyarlarca canlıyı barındıran ayrı bir dünya olan denizler, yağmuru, güneşi bağrında barındıran gökyüzü, hepsi aynı anda kurşuna dizilmiştir. Biz de insan vücudunun yok olan hücreleri gibi, bu öldürülen gezegenin damarlarında onunla beraber yok olacak.

Sanayinin gelişmesiyle kendi ekonomisini yaratan insanlar, türlü türlü buluşlarla, kendi ırkını geliştirmiş, geliştirirken de türlü hastalıklara sebep olan nükleer kazalarını oluşturduğu ilaç ve tedavi ekonomisi ile kendini kahraman olarak ilan etmiştir.

Daha seksi, daha güzel olma yeteneklerini zengin bir evlilikle sonuçlandırma başarısı, bu kozmetik dünyasında katledilen hayvanların hakikaten yok saymalarına da sebep olmuştur. Akciğerlerimize çektiğimiz oksijenin madeni olan atmosferini güzel kokmak, saçlarımızın daha sert ve hareketsiz durmasına karşılık deldiğimiz gökyüzü, zaman içinde yok olurken bizi de yanında götürecektir.

Evrimini ne zaman tamamlayacağını kestiremediğimiz insanoğlu, görür mü görmez mi bilmem ama yalnız yok olmayacağı kesin sevgili dostlar.

Neler yapabiliriz diye düşündüğümüzde, daha az kozmetik, daha az elektrik, daha az petrol ürünü, daha az kimyasal ürünler kullanmamız en azından bir yerden başlamamız için güzel bir hareket olacaktır. Çocuklarımızın gözlerine baktığımızda, en azından bizim yaşadığımız güzellikleri doğal olarak yaşatabilmenin mutluluğu inanın, başkalarına daha güzel koklamaktan çok daha fazla mutlu edecektir bizleri…

Doğanın kanunlarından en önemlisi şudur…

‘’Her şey bu zincirin halkasıdır ve zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür.’’

Sanırım, bu cümlede ki zayıf sıfatının sahibi halka, insanoğlu!

Bir atasözü ile varalım sona.

‘’Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste.’’

Doğaya hürmeten bir şiirimizi paylaşmak istiyorum sizlerle..
 
Öküzün çeşidi …
 
Kurda yâren olanı kuşu…

Alabalığa su veren ayıyı…

Tevazusuna merhamet katıp,

kandırdığını sanan tilkiye aş veren kargayı...

Bir de öküzün,

HAYVAN OLANINI SEVERİM.
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.