Faizin Günahı, Borcun Bedeli: Gazze

Dr. Taner Akman

Orta Çağ Avrupa’sında faiz, sadece bir ekonomik kavram değil, inancın turnusol kâğıdıydı. Kilise, paradan para kazanmayı Tanrı’ya karşı bir başkaldırı sayıyordu. Çünkü paranın görevi emek karşılığı dolaşmaktı, kendi başına kâr üretmek değil. Zaman Tanrı’ya aitti; zamanı satmak, kutsala el uzatmaktı. Engizisyon bu düşünceyi kanunlaştırdı. Faiz alanlar cezalandırıldı, mallarına el kondu, bazen zindana atıldı, bazen aforoz edildi.

Ama ticaretin ve savaşın hızı, ahlâkın duvarlarını aşmıştı. Avrupa’nın şehirleri büyüyor, limanları doluyor, krallıkları borç içinde yüzüyordu. Yasağa rağmen sermayeye ihtiyaç vardı. Hristiyanlar faizle borç veremiyordu, ekonomi kilitlenmişti. İşte o boşluğu Yahudiler doldurdu. Çünkü onlara zaten başka hiçbir kapı açık değildi. Ne toprak sahibi olabiliyorlardı, ne loncalara girebiliyorlardı, ne de devlet görevi yapabiliyorlardı. Ellerinde kalan tek güç; kalem, hesap ve altındı.

Krallar bunu hemen fark etti. “Sen borç ver, ama kazancının bir kısmı bana gelsin” dediler. Böylece Yahudi bankerler Avrupa’nın para akışını yöneten görünmez güç oldular. Krallar onlara muhtaç, halk ise onlardan nefret eder hale geldi. Zenginlikleri artarken yalnızlıkları da büyüdü. Çünkü borç alan kimse alacaklısını sevmez. Yahudiler, sistemin zorunlu dişlisi oldular; kimsenin yapmak istemediği işi yaparak bütün öfkeyi üzerlerine çektiler.

1290’da İngiltere, 1306’da Fransa, 1492’de İspanya, 1497’de Portekiz onları sürdü. Krallar borçlarını sildi, halk nefretini boşalttı, kilise vicdanını rahatlattı. Avrupa bir taşla üç kuş vurdu: borcunu sıfırladı, günahını devretti, suçluyu dışladı. Yahudiler ise servetlerini, hesap defterlerini ve ticaret bilgisini yanlarına alıp Osmanlı’ya, Hollanda’ya, Kuzey Afrika’ya, hatta İngiltere’ye taşıdı. Sermaye göçtü ama para konuşmaya devam etti.

Zaman geçti, Avrupa sanayileşti, ama “faizci Yahudi” imajı hiç silinmedi. 19. yüzyılda bankerlik ve borsa yeniden yükseldi ama önyargı yerinde kaldı. Nazi Almanyası bu tarihsel klişeyi yeniden kullandı. Faizle büyüyen sermaye gücü, “dünyayı yöneten gizli ağ” olarak şeytanlaştırıldı. II. Dünya Savaşı sonunda Avrupa, vicdan azabıyla hem tarihî borcunu hem politik çıkarını ödeyerek İsrail’in kuruluşunu destekledi.

İsrail’in doğuşu sadece inanç ya da toprak değil, aynı zamanda bu tarihî ekonomik zincirin devamıydı. Avrupa dışladığı halkı, şimdi kendi elleriyle Ortadoğu’ya yerleştiriyordu. Ve ironik biçimde, tarih yeniden parayla dönen bir daire çiziyordu: finansla dışlanma, finansla geri dönüş.

Bugün İsrail–Gazze savaşı da sadece inanç çatışması değildir. Altında dev bir ekonomik katman yatar. Yıkım, modern çağda yeni bir piyasa yaratır: yeniden inşa ekonomisi. Her bomba, gelecekteki bir ihale demektir. Her yıkılan bina, yeniden inşaat fonu anlamına gelir. Barış sadece bir vicdan çağrısı değil, dev bir yatırım alanıdır artık. Gazze’nin enkazı, inşaat devleri için betonla örülmüş bir “fırsat haritası”na dönüşmüştür. Bu, çağımızın en acı gerçeğidir: İnsan acısı bile artık piyasa değerine sahiptir.

İslam’ın faiz yasağı tam da bu sömürü zincirine karşıdır. Kur’an’daki “riba” yasağı, zenginin fakiri borçla ezmesini, emeği hiçe sayıp paradan para kazanmasını engellemek içindir. Fakat modern dünyada bu yasağın özü kayboldu. “Faizsiz bankacılık” adı altında yeni sistemler kuruldu. Banka, faiz yerine “kâr payı” verir; ama hesap ortada: Sermaye yine birinin elinde toplanır, paranın zamanı yine fiyatlandırılır. Kredi kartı “katılım belgesi” olur, faiz “ortaklık getirisi” adını alır. Hülle, yasanın içini boşaltır ama vicdanı tatmin eder. Faiz yokmuş gibi yapılır, ama faiz sistemin kalbinde yaşamaya devam eder.

Bugün hem Batı’da hem İslam dünyasında aynı çelişki hüküm sürüyor: Parayı kontrol edenler, vicdanı da tarif ediyor. Faizi yasaklamak hiçbir dönemde zenginliği durdurmadı, ama çoğu zaman adaleti unutturdu. Yahudiler faizle yükseldi ama o yükseliş, insanlığın vicdanında derin bir yara bıraktı. Avrupa borçlarını ödedi ama tarihî borcunu asla silemedi. İsrail’in zenginliği betonla, Gazzelilerin yoksulluğu enkazla ölçülüyor.

Ve insanlık hâlâ aynı sınavda: Bir yanda inanç, bir yanda çıkar. Bir yanda adalet, bir yanda sermaye. Biz hâlâ Engizisyon’un sorusuna yanıt arıyoruz: Paranın hükmü nerede biter, vicdanın hükmü nerede başlar?

Cevap aslında basit ama ağırdır: Para çoğaldığında insanlık azalıyorsa, orada kâr değil, kayıp vardır. Gerçek zenginlik kasalarda değil kalplerde başlar ve insan bunu unuttuğu gün faiz sadece ekonomiyi değil, vicdanı da ele geçirmiş olur.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.