KAN BAĞI DEĞİL SU BAĞI!

Pınar Yeşiltay Sevim

“Böyledir işte ezelden beri. Aşık olmayagördün insan, atağa kalkar zaman. Eskisi gibi olmaz artık hiçbir şey, balar dünya daha hızlı dönmeye” diyor Elif Şafak toplumsal sorunları ilmek ilmek işlediği romanı ‘On Dakika Otuz Sekiz Saniye’de. 

Bazı coğrafyaların zorluğundan bahsetmek mümkün elbette ama öncelikle bahsedilmesi gereken cehalet bence. Elalem ne der korkusu! Farklı coğrafyalardan, farklı ülke ve şehirlerden kendi hikayelerini yazmak için yola çıkan ama bir türlü kabul görmeyenlerin hikayesi. Bir dostluk hikayesi… Kan bağı değil de su bağı adını verdikleri bağın hikayesi Elif şafak’ın kaleme aldığı. Sarsıcı, sorgulatıcı hatta isyan ettirici. 

Kendisini onurlu ve temiz sayan insanlarla düşmüşlerin hikayesi. Cehaletin ötekileştirmenin kucağına düşşeler de hayatla bağlarını koparmayanların…

Leyla Van’da babasının ikinci eşi tarafından doğurulup babasının ilk eşinin kızı olarak büyütülen yalan dolan bir hikaye ile bir sıfır geride başlıyor hayata. Ama hep tutunmak için mücadele ediyor. Beş kadim dostundan ilki ile ilkokul yıllarında kesişiyor yolları. Eczacı hanımın oğlu ile olan dostluğu ölümüne dek sürüyor. Ensest maduru olmasına, bunu babası le paylaşmasına rağmen babası amcasının tarafını tutuyor bile isteye sırf elalem ne der diye. Daha reşit bile değilken amcasının çocuğunu düşük yapıyor ve aile eşrafı tarafından kuzeni ile evlendirilmesi istenince de alıp başını çıkıp gidiyor bilmediği İstanbul’a. İstanbul da acımasız davranıyor Leyla’ya. Tekila olarak bilindiği bir genelevde tanıyor hayatında ilk kez kalbini titreten D/Ali ile. Tenine dokunmak yerine umutlarına, hayallerine, sohbetlerine girerek fethediyor Leyla’yı bu solcu sosyalist genç. Çekip çıkarıyor bataklıktan ama hayat izin vermiyor mutlu olmalarına. Kocasını 1 Mayıs gösterilerinde kaybeden Leyla’nın 5 kadim dostunun (Nostalji Nalan, Sabotaj Sinan, Cemile, Zeynep122 ve Hollywood Hümeyra) kendi hikayelerinin de yer aldığı kitap Leyla’nın cesedinin çöp kutusunda bulunması ile başlayıp dostlarının ardından nasıl sarsıldığını ve ölüm sonrası katilin arayışı ile sonlanıyor.

Neler yok ki kitapta. Ensest ilişki, el alem ne der baskısı, şeyh ve tarikatların hükümlerini kanunun önünde tutan insanlar, batıl inançlar, hayat kadınları, cinsiyet değiştirdiği için ötekileştirilenler, yoksulluk, güçlünün gücün ve paranın satın alma gücü, göçler göçmenler daha neler neler. Ama en çok acı var, en çok kadın olmanın azınlık olmanın farklı olmanın bedelinin İstanbul topraklarındaki karşılığı olan acı…

Ölümden sonra ne olduğuna ilişkin her ne kadar bilimsel çalışmalar devam etse ve kalp dursa da beynin bir süre daha çalıştığı tespit edilse de anılar tıpkı bir ekran gibi akıyor mu bilinmez. Ama kitap bu mantık üzerine kurgulanmış. Tekila Leyla’nın ölümünden sonraki 10 dakika 38 saniye boyunca duyumsadığı tatlar ve bu tatların çağrışımı olan anılarla akıyor kitap. 

Elif Şafak bence gerçek bir edebiyat üstadı. Kelime cambazı, tümce ustası. Nicedir eskilere göre daha az tat alır olmuştum okurken ama bu kez benden yeniden tam puan almayı başardı. Çok sürükleyici gürül gürül akan bir kitap arıyorsanız dokunmayın bile. Ama tadını çıkararak okuyacak bir hikaye ise aradığınız hele azıcık da toplumsal duyarlılığa sahipseniz mutlaka okumalısınız.

Kitabın içinden altını çizdiğim bazı bölümleri paylaşmak isterim: 

“… zannediyorlardı ki evlilik defterine imza atar atmaz insan hemen ‘koca’ olur, ‘eş’ olur. Oysa işin aslı şuydu ki, evlilik denilen müesseseyi anlamak uzun yıllar sürüyordu. Benzer şekilde, herkes zannediyordu ki, çocuğu doğduğu an anne olunur baba olunur. Gerçekteyse, ebeveyn olmayı öğrenmek hayli zaman alıyordu. Keza anneanne babaanne olmayı öğrenmek de öyle.  Aynısı emeklilik ve yaşlılık için de geçerliydi. Hayatının yarısını geçirip uğruna hayallerin çoğunu heba ettiğin bir ofisten çıktığın anda nasıl birdenbire vites değiştirebilirdin ki? O kadar kolay değildi değişime ayak uydurmak, bir sonraki aşamaya geçiş yapmak.”

“Farklı hastalıkları olan insanlar hiç değilse bir parça anlayış ve manevî destek görüyorlardı etraftan. Ama obez insanlarla depresyondakiler pek bir sempati görmüyorlardı başkalarından. İştahını kontrol etseydin... az ye sen de. Düşüncelerini kontrol etseydin... az evhamlan sen de.”

“En ürkek insanların bile değiştiği bir an vardır. En korkak olanların bile korkmaktan bıktıkları bir eşik vardır. O eşik geçilmeyegörsün bir kez, korku kaybolur.”

“Esas ahlaksızlık insanın insana zulmüdür, kötülüğüdür, gaddarlığıdır. Esas anormallik ise süregiden eşitsizliktir, haksızlıktır, sömürüdür.”

“D/Ali derdi ki; “doğal”, “normal”, “ahlaklı” gibi sözcükleri gereğinden fazla kullanan ve bol keseden atıp tutan insanlara dikkat edeceksin. Bunlar ya bir şeyi örtmeye çalışıyorlardır ya da Tabiat Ana’nın huyundan suyundan bihaber cahillerdir.”

“Bazen en alışkın hissettiğin yer aslında en az ait olduğun yerdir.”
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.