PUNDUNA

Ogün Peçenek

Kaçıyorum arkamdan gelen büyük bir uğultudan. 
İşlediğim suçların ardından kaçıyorum çorak vadilerde. 
Adını bilmediğim dikenlere batıyor çıplak ayaklarım. 
Çırılçıplak kalmışım bir vadinin yamacında. 
Bir denizin kenarında yahut 
büyük bir salonun ortasında...

Antik bir şehrin kalıntıları arasındayım. 
Sahneden inmişim ve geçmişler karşıma beni alkışlıyorlar. 
Suçsuzum diyorum suçsuz!
Kaçıyorum arkamdan gelen büyük bir uğultudan. 
Birazdan akşam olacak ve ben yine adını bilmediğim bir sahnede kalacağım. 
Çıplak...
Yorgun...
Terli...
Üzgün...

Şair bir pastoral şiir yazıyor lirik bedenlere. 
Coğrafyası asimile olmuş ruhları tasvir ediyor. 
Kim bilir kaç kavimler göçüne maruz kaldı,
Sıcak, terli, karanlık coğrafyam?
Yaşanıyor yaşanmakta olan...
Haydi o zaman ‘gül’e bakalım...

“Peki ya Umut” diyordu ülkesini terk etmek zorunda bırakılmış bir zenci.
Bir bota sığdırılan hayatı sorguluyordu iki felsefeci. 
“Yeraltından Notlar” derken yerin altındaydı Dostoyevski.
Yazıyordu bunları kafası bulanık bir dilenci.
Yazıyordu, yakıyordu, kaçıyordu...

Şimdi ise gökyüzünde küflenmiş bulutlar var. 
Antik bir tiyatroda Romeo ve Juliet’in kalıntıları. 
Bir vodvilin içinde sokak çocukları var. 
Bir uğultu kocaman bir şehrin ortasında. 
Bir punduna kopuyor ve ben yine kayboluyorum. 
Bir şehrin ortasında...
Çıplak...
Yorgun...
Terli...
Üzgün...