TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ KAN KAYBETMEKTEDİR

TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ KAN KAYBETMEKTEDİR

Türkiye Barolar Birliği’nin 34. Genel Kurulu’nda konuşan İzmir Barosu Başkanı Av. Aydın Özcan, Türkiye’de demokrasinin kan kaybettiğini ifade etti.

Türkiye Barolar Birliği’nin 34. Genel Kurulu Ankara’da başladı. 13-14 Mayıs 2017 günlerinde yapılacak Genel Kurul’da Divan’a seçilen İzmir Barosu Başkanı Av. Aydın Özcan da bir konuşma yaptı.
 
Av. Aydın Özcan konuşmasında, Türkiye’de demokrasinin kan kaybettiğini ifade ederek “16 Nisan 2017 Anayasa Değişikliği Referandumunda; YSK’nin açıkladığı sonuç halkın vicdanını ağır biçimde yaralamıştır” dedi. Türkiye’de demokrasinin iktidara gelmek için kullanılan bir araçtan ibaret olarak görüldüğünü söyleyen Baro Başkanı Av. Aydın Özcan, bütün yapının oy almaya dayandırıldığını söyleyerek, “siyasi iktidarı ele geçirecek adamın kim olacağını belirlemeye de ‘demokrasi’ deniyor.” sözlerini kullandı.  Demokrasinin, ancak insan hakları ve özgürlüklerle bir varlık kazanabileceğini, aynı zamanda güçler ayrılığı ilkesini benimsemek anlamına geldiğini söyleyen Av. Aydın Özcan, “bana oy veren 'milli irade' vermeyen 'milli irade değildir' anlayışı demokrasi değildir Türkiye süratle demokrasiden uzaklaşarak tek adam yönetimine doğru gitmektedir” dedi. Av. Aydın Özcan, bir ülkenin demokratik hukuk devleti olup olmadığının en temel ölçütünün adaleti sağlamaya çalışan yargı erkinin talimat ve emir almadan karar verme yetkisindeki özgürlüğü olduğunu söyleyerek “Siyasal iktidarın, yargı mensuplarının saygınlığına, onuruna, bağımsızlığına yönelik olumsuz uygulama ve yasa çalışmaları, yargı bağımsızlığını ve hukuk devleti ilkelerini yok sayar boyutlara varmıştır; Yeterince tartışılmadan, kamuoyunun ve ilgili demokratik kitle örgütlerinin yasalaşma sürecini takip etmelerini engelleyecek şekilde,  adeta yangından mal kaçırırcasına çıkarılan torba yasalar, olağanüstü hal ve kanun hükmünde kararnamelerle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin asli görevinden uzaklaştırılarak itibarsızlaştırılması, basın ve medya özgürlüğünün kısıtlanması, basın emekçilerinin yapmış oldukları haber nedeniyle tutuklanması, savunma görevini yürüten avukatlara yönelik soruşturmalarda; gece karanlığında evlere, avukatlık bürolarına yapılan baskınlar, gözaltı, arama, el koyma, tutuklama işlemlerinde mesleğin itibarsızlaştırılmasına yönelik hukuka aykırılıklar, demokratik hukuk devletinin, yargı bağımsızlığının teminatı olan savunmanın, uluslararası ve ulusal mevzuata aykırı olarak, savunma hakkını kısıtlayacak ve adil yargılanma hakkını ihlal edecek şekilde yürütülen çalışmaların tümü demokrasi ve hukuk devletinin varlığına birer saldırıdır.” dedi.
 
İzmir Barosu Başkanı Av. Aydın Özcan’ın konuşmasının tamamı şöyle:
 
Sayın Milletvekilleri,
 
Sayın Divan,
 
Önceki Dönem Birlik Başkanlarımız
 
Türkiye Barolar Birliğinin Değerli Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri,
 
Türkiye Barolar Birliği Disiplin ve Denetleme Kurullarının Değerli Başkan ve Üyeleri,
 
Değerli Baro Başkanları ve Temsilcileri,
 
Değerli Üstatlarım,
 
Sevgili Meslektaşlarım,
 
Değerli Konuklar,
 
Sizi İzmir Barosu adına, Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarım adına, Delegasyon adına ve kendi adıma sevgi ve saygı ile selamlıyorum.
 
Konuşmama demokrasiyi en anlamlı şekilde ifade ettiğini düşündüğüm Voltaire’nin ünlü sözü ile başlamak istiyorum;
 
“Düşüncelerine katılmıyorum ama, düşüncelerini özgürce ifade etmen için canımı bile veririm.”
 
Ülkemizde son gündem olan, 16 Nisan 2017 Anayasa Değişikliği Referandumunda; YSK’nin açıkladığı sonuç halkın vicdanını ağır biçimde yaralamıştır. Çünkü mühürsüz pusula ve zarflar, “evet” yazan kaşeler kullanılmış, sandıktaki seçmen sayısından fazla oy çıkmış, açık oy kullandırılmıştır. Türkiye’nin geleceği için, demokrasi için, hukuk devleti için, gelecek nesiller için, yargı bağımsızlığı ve aydınlık güzel günler için mücadele iradesini bir arada tutmak için çalışmalarımızı sürdüreceğimizi ve demokrasi kültürüne sonuna kadar sahip çıkacağımızı ifade etmek isterim.
 
Ancak bugün Türkiye’nin temel sorunu demokrasi sorunudur ve demokrasinin kan kaybetmesidir. Demokrasi sadece sandığa gidip seçimlerde oy kullanmak değildir. Ancak Türkiye’de demokrasi, sadece iktidara gelmek için kullanılan bir araçtan ibarettir. Bütün yapı oy almaya dayandırılıyor ve siyasi iktidarı ele geçirecek adamın kim olacağını belirlemeye de ‘demokrasi’ deniyor. Hal böyle olunca siyaset yapanlar da toplumu bileme, ötekileştirme, yandaş kullanma pratiğini geliştiriyorlar. Oysa demokrasi, toplumda konsensüslerin oluşmasına dönük bir iktidar anlayışıdır; bir ahlak sorunudur; karar verme tekniğidir.
 
Sorun o kadar büyük ki, bizi aşmış durumda, bütün çağdaş ülkeler ve bütün aydınlar kaygıyla ülkemizdeki gelişmeleri izliyor. Demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerle bir varlık kazanır. Demokrasi aynı zamanda güçler ayrılığı ilkesini benimsemek demektir. Bana oy veren 'milli irade' vermeyen 'milli irade değildir' anlayışı demokrasi değildir. Türkiye süratle demokrasiden uzaklaşarak tek adam yönetimine doğru gitmektedir.

İnsanlığın ve çağdaş toplumların katılımcı, çoğulcu demokrasi yanında ulaştığı en önemli aşama hukukun üstünlüğünün egemen olduğu, insan hak ve özgürlüklerine dayanan hukuk devletidir.
 
Hukuk devleti ilkesi, demokratik yöntemlerle yönetimi elde eden yöneticilerin de yönetilenler gibi kendilerini hukukla bağlı olmasını öngörür. Bunun doğal sonucu, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi, devletin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı tutulmasını zorunlu kılmaktadır. Kuşkusuz bu denetimi yapacak olan yargının bağımsızlığı da hukuk devletinin temel koşulunu oluşturmaktadır. Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü kurum, kavram ve ilkeleri çağdaş, katılımcı ve çoğulcu demokratik toplumun temel taşlarını oluştururlar.
 
Mevcut siyasi iktidar, anti-vesayet kampanyası yürüterek vesayet demokrasisini kırdığını söylüyor. Ne var ki bugün, kırıldığı söylenen eski vesayet demokrasisinden çok daha ağır bir tabloyla karşı karşıyayız. …Merkez ve lider, ne toplumla ne de yerel yönetimlerle müzakere etme gereğini duyuyor; tam tersine emrivakiler ve hak gaspları, sınır tanımaz boyutlar kazanıyor. Benim önerim; saygınlık talebi, kendini gerçekleştirme talebi, müzakerecilik hakkı, merkezle yerelin uzlaşmacı tartışmalı diyaloğunun vazgeçilmezliği...”
 
Kısaca Türkiye’nin sağlam bir demokrasi projesine ihtiyacı var.
 
Demokrasi varlığını, ancak hukuk devletlerinde sürdürebilecek bir yönetim biçimidir. Hukuk devletinin olmadığı bir coğrafyada demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Atatürk Devrimleri'nin alt yapısını oluşturan hukuk düzenimize karşı teokratik devlet düzeni özlemi içinde gelişen saldırılar ciddi tehlike oluşturmaktadır. Laik devlet ve Hukuk Devrimi ülkemizin onurudur. Cumhuriyetimiz ancak bu hoşgörü ve özgürlük düzeni içinde varlığını sürdürmek olanağına sahiptir.
 
Bir ülkenin demokratik hukuk devleti olup olmadığının en temel ölçütü adaleti sağlamaya çalışan yargı erkinin talimat ve emir almadan karar verme yetkisindeki özgürlüğüdür.
 
Aksi halde en küçük bir etki bile adaletin varlığına zarar verir.    Siyasal iktidarın, yargı mensuplarının saygınlığına, onuruna, bağımsızlığına yönelik olumsuz uygulama ve yasa çalışmaları, yargı bağımsızlığını ve hukuk devleti ilkelerini yok sayar boyutlara varmıştır; Yeterince tartışılmadan, kamuoyunun ve ilgili demokratik kitle örgütlerinin yasalaşma sürecini takip etmelerini engelleyecek şekilde,  adeta yangından mal kaçırırcasına çıkarılan torba yasalar, olağanüstü hal ve kanun hükmünde kararnamelerle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin asli görevinden uzaklaştırılarak itibarsızlaştırılması, basın ve medya özgürlüğünün kısıtlanması, basın emekçilerinin yapmış oldukları haber nedeniyle tutuklanması, savunma görevini yürüten avukatlara yönelik soruşturmalarda; gece karanlığında evlere, avukatlık bürolarına yapılan baskınlar, gözaltı, arama, el koyma, tutuklama işlemlerinde mesleğin itibarsızlaştırılmasına yönelik hukuka aykırılıklar, demokratik hukuk devletinin, yargı bağımsızlığının teminatı olan savunmanın, uluslararası ve ulusal mevzuata aykırı olarak, savunma hakkını kısıtlayacak ve adil yargılanma hakkını ihlal edecek şekilde yürütülen çalışmaların tümü demokrasi ve hukuk devletinin varlığına birer saldırıdır.
 
Sorunların çözümü konusunda en önemli adım; Yargıya siyaseti karıştırmamaktır. Yargıç ve savcıların özlük işlerini üyeleri kendileri tarafından seçilecek kurullara bırakmak, Adalet Bakanı ve Müsteşarını Hakim Savcılar Kurulu dışına çıkarmak, adli kolluğu mutlaka kurup, savcılığa bağlamak, lise açar gibi hukuk fakültesi açmamak, “Hukuka Giriş” dersini ortaöğrenim dersi olarak okutmak, insanlara çocuk yaşta hukuk bilincini ve doğru hukuk kültürünü aşılamak, bu konuda sabretmek, hukuk fakültelerindeki eğitimin kalitesini artırarak, nitelikli, tarafsızlığı hazmetmiş hukukçu yetiştirmek, sürekli kanun değiştirmek yerine, özellikle suç ve ceza siyasetinde istikrarlı davranmak, affetmemek, verilen cezayı muhakkak uygulamak ve tutuklamayı ceza gibi tatbik etmemek, temel çözüm yöntemleri olarak kabul edilmelidir.
 
Biz biliriz ki bilimden ve sanattan gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Sanat olmazsa, hepimiz tek renge, tek sese mahkûm oluruz.
 
Aydınlık bir gelecek ancak bilimle, fenle ve sanatla mümkündür.
 
Adalet ise bütün bunların ve geleceğimizin güvencesidir.
 
Yargıya, dolayısıyla adalete, dolayısıyla ülkenin temellerine ve geleceğine yönelmiş açık ve yakın en büyük tehlike “idarenin keyfiliği” dir.
 
Mustafa Kemal ATATÜRK diyor ki; “Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler kendi talih ve geleceklerini başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır.”
 
Faaliyet raporunda belirtilen başarılı çalışmalar nedeniyle Birlik Başkanımızı ve Yönetim Kurulu’nu tebrik eder, teşekkürlerimizi sunarım.
 
Hukukun üstünlüğü çabalarında tüm hukukçuların kararlılığı ve işbirliği ile başarılı sonuç alınacağını bilmemiz gerektiğini ifade eder, derin saygılarımı sunarım.

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.