Fidayda Kılıçkıran

Fidayda Kılıçkıran

Atatürk’ün Çocuğu 

Ercü Hoca

Belki bir çoğunuza göre çok laubali bir başlık oldu...

Haklısınız da aslında ,

koskaca  profesöre...

Ercü demek ne haddime...

Buyurun anlatayım dostlar içimde engel olamadığım bu samimiyete yol açan sebebiyet...

Oysa  tanımadan sevdi bizim ev...

 Hakkında edinilen hayran olunası bir kaç küçük bilgi yetti,daha önce varlığını bilmediğim için utanç duyduğum bu mangal yürekli bilim adamını...

 Kalbimiz  ısınıverdi.  Annem her gün onu soruyor,her gün ona ve kahramanlarına dua ediyor....
 Aileden  biri oldu Ercüment hoca...

Kovidle boğuşan ülkeme.

Acımasız bir pandemi ile savaşan milletime umut oldu...

Işık oldu bu Atatürk’ün çocuğu...

     Aynı gün içinde Twitter’da ve ulusal basında rastladım adına ...

Ve utanç duydum bu ülkede yaşayıpta böyle bir bilim insanını daha önce tanımadığıma....
O kadar kötü günler geçiriyorduk ki,tüm dünyada...

 Köşe yazılarımda içimde kalan son umutlarımı öne çıkarmaya çalışıyordum denk gelipte bir şekilde yazımı okuyan okurlara ...

  Günlerce evden çıkmadım önce korktum yalan yok,belkide hiç korkmadığım kadar çok korktum. Kendim için de biraz ama daha çok ,sevdiğim birinin soluk almayla imtihanına hazır değildim bende bir çoğumuz gibi...

Sabahlara kadar konuştum ablamla,en kötüsünü konuştuk hep...

Babamız öldüğü günden beri en kötüsüne hazırlanmaya ve bir şekilde başımızın çaresine bakmaya alıştırmıştı hayat bizi.  

Ancak bu en kötüsüne hazırlık,

zaten üst üste gelen türlü talihsizliklerle dolu jenerasyonumuzda çoktan bozulmuş olan ve işimiz gereği çocuklarla zaman geçirerek onarmaya çalıştığımız  psikolojimizi daha da bozuyordu adeta. 

   Ailemiz için en kötü durumda neler yapabiliriz stresiyle bir gün solunum cihazı fiyatlarına bakarken yakaladım kendimi internette. 

  Sevdiklerimizi kaybetmeyi ve buna dirayet göstermeyi hepimizin bir gün  öğrendiği  oluyor maalesef bu yalan dünyada. 

Ancak sevdiğim birinin nefes zorluğuyla can verme ihtimali psikolojimi kaçış rampası olmadan freni patlamışcasına , derinliği bilinmeyen denizlere dalarcasına yokuş aşağı sürüklüyordu son hızla. 

Sevdiklerim için o kadar korktum ki hayatımda ilk kez evden çıkmama rekoru kırdım. 

Elimden gelir az biraz teknoloji.  İstediğim her hizmeti eve getirtmeye çabaladım önce. 

Sonra eve gelip giden kurye ,kargo,mağaza elemanı olan  o isimsiz kahramanlara kahramanca cephede silahsız çatışmalarına değecek bir karşılık almayacaklarını fark ettiğimde , içimdeki solcu babanın kızı uyanıverdi yine apansızca. 

Sanki sanarsınız İsviçre Cern laboratuvarlarında proton çarpıştırıcısıyla tanrı parçacığı deneyine katılmaya gider gibi gazamız mübarek olsun diyerek düştüm bende market yoluna...
  
Eğitim hayatım bittikten sonra çoğunlukla çalışan bir kadın olmayı sevdim. 

 COVID-19 yüzünden neler olacağını hala bilmeden bir gün de ev kadını oldum ben. 

Bilirim en zor meslektir ancak benim için ait olduğum yer ev değildi hep bildim. 

Tüm bu yaşadığım psikozlarla korka korka  vardım market hudutlarına. Yüzümün yarısından fazlasını kaplayan,

nefes almamı  şimdiden zorlayarak  bana alıştırma yaptıran n95 maskemle bir baktım göz ucuyla doğum büyüdüğüm aşık olduğum İzmir topraklarına...

Sanki bir bilim kurgu filminin içine ya da orta çağda bir dönem filmine ışınlanmış gibiydi sokakları denize çıkan İzmir’im. 

Kış ne kadar sert ve umutsuz geçerse geçsin cemreler düştükten sonra yaza merhaba der daha olumlu daha pozitif daha mutlu olur sıcağı seven İzmirliler...

   Ancak herkesin yüzünün yarısından fazlasını kaplayan maskelerin ardından gözleri dolu dolu baktığını umutsuz,mutsuz ve hatta birbirinden korkma  halini gördüm Bir çok insanın titreyen gözbebeklerinde. 

 Ömrümde ilk kez ilkbahar uğramamıştı ülkeme. 

Çağla bademin ve yeşil eriğin  çıkışı ile  okul önlerinde satılmaya başlaması ile  müjdelenirdi bahar bizlere. 

 Okullar bile açık değildi. 

Okul bahçelerinde toplarını unutmuştu çocuklar  

Yeşil erik çıktı mı umrunda değildi kimsenin.   

Kendi piskolojimi bıraktım ülkemin şehrimin tüm insanların yaşadığı mutsuzluğa kıyamadım.  

Sonra Ercüment  hoca ile tanıştım ulusal basında. 

Anama da, bana da,eminim ki; ülkemdeki bir çok insana,

umut oldu ışık oldu.... 

Anam dualarına ekledi,evlatlar torunlar,ve hocanın ekibi kahramanlar...

   Bir çok annenin dualarında yerlerini aldılar. 

  Televizyonlara çıkıp şov yapmıyordu oysa. 

   Kelle paça yiyin, turp sıkın için demiyordu. 

Bir çok burnu havada profesöre inat ,bizim evde olduğu gibi Türk analarından dua istiyordu. 

  Turgut Özakman hocanın da söylediği gibi cumhuriyet tarihinin en çok okunan kitabının adıyla

 “Şu Çılgın Türkler”  ne kadar da çılgınlaşabiliyordu bağımsızlığıyla oynandığında!

Ercüment hocayla basından tanışınca ve onu biraz araştırınca, yine her zaman olduğu gibi bir çok kere tekrarlanmış ama belki de anlamını ve derinliğini  bu kadar anlayamadığım bir Mustafa Kemal sözünü daha anlatmıştı hayat bana. 

Tüm kalbimle bağlı olduğum  Mustafa Kemal’in 

“Beni Türk Hekimlerine emanet edin. “ sözünü bir atasözü olarak yazdığım da bir çoğu gibi yazarken anlayamamışım oysa...

Bu yaşanan kabus süreçte anladım ki;  dünyadaki bir çok ülkeden daha umut vaad ederek pandeminin üzerine korkusuzca gidiyor olmamızın tek bir sebebi vardı...

 Bizim Hekimlerimiz,bizim minnettar olduğumuz tüm sağlık personelimiz , sadece hipokrata bağlı değildi. 

  Bizim kültürümüze,ahlaki değerlerimize, aile sevgimize,büyüklerimizi saymamıza,küçüklerimizi korumamıza ,yurdumuzu,milletimizi özümüzden çok sevmemize de bağlıydık çünkü biz millet olarak tek yürekte. 

 Ve gerçekten bağımsızlığımız söz konusu olduğunda,ne derece çılgın olabileceğimize bir kez daha şahit etti beni Türk milleti...

  Üstelik sadece minnettar olduğum sağlık personeli değil çalışmak zorunda olan bir şekilde hayatımızı idame ettirmemizi sağlayan bu süreçte çalışan her emekçi,işçi kardeşim 

hipokrat yemininden daha üstün bir kutsaliyeti varmışcasına çabalıyordu adeta. 

Ve bu kutsaliyet;

İş başa düşerse cepheye cephenelik taşıyan nenelerimizde bile Mustafa Kemal’in askeri olma kutsaliyetine dayanıyordu özümüzde. 

 İşler sarpa sardığında bir lidere bile ihtiyacımız olmadığını bilen öğretilen bir milletin çocuklarıydık biz. 

 Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttu başa gelen her sıkıntıda...
  
O yüzden Pandemi ile bile bir düşman askeriymiş gibi hep beraber omuzomuza yürek yüreğe  çarpışabilecek kadar çılgınız biz Türkler. 

   Bu salgının başından beri kalbimden kulaklarıma bastıramadığım bir ses yankılanıyordu...

 Çin’de ya da Çin tarafından başımıza musallat edilen bu korkunç illete

 son noktayı türklerin koyacağını söyleyip duruyordu içimdeki  Baba Vanga...

 Duymazdan  gelmeye çalıştım hiç bir bilime teoriye dayandıramadığım kehanet gibi altıncı hissimi. 

  Sonra bu hissin benim gibi bir çok insanda daha var olduğunu duydum...

Duydukça arttı içimdeki Baba Vanga kehaneti...


 Ercüment hocayla tanıştığım gün dindi kulaklarımda...

 Türkler sadece çılgın değillerdi, ulu önderleri Mustafa Kemal gibi ileriyi de görebiliyorlardı belkide...

  Evet engel olmuyorum artık içimdeki içimdeki altıncı hisse,kehanete  veya adı herneyse...

Haykırıyorum bu inancımı çekinmeden sizlere de. 

Neden nasıl bilmiyorum. 

Bu illetten bütün dünyayı türkler kurtaracak hissediyorum...

Ve bir çok insanla aynı ansa belirmiş olan ortak kehanetimize  en yakın isim ;

Atatürk’ün çocuğu Ercüment hoca ve kahramanları bence ...

Önünüzde saygıyla eğiliyorum. Günlerdir uyumayan Kahraman Hocamızın da  onunla birlikte tüm dünya rahat bir nefes alsın diye evlerini,yataklarını unutan diğer hekimlerimiz...

Sizler bir çok Türk anasınındualarındasınız artık...

 Kulağımda hep aynı cümle bense tekrarlayıp duruyorum varsın sizde tekrarlayın...

 “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.” Mustafa Kemal Atatürk

Sevgiler 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum