Emre İşgüzar

Emre İşgüzar

Bir Acayip Yalnızlık 

Bir hoş sedadır yalnızlık. Bazen kalpten bedene dolan, bazen de bir türkünün heceleridir. Anadolu semalarından çıkıp gelir ve alır götürür seni bir diyardan bir diyara. Adına yalnızlık mı demeli yoksa hüzün çökmesi mi?

Bazen bir resmin gözyaşlarıdır, bazen de bilmediğin saatlerde caddelerin kaldırımlarında dolaşan ürkek ayak sesleridir.

Hayatınızı nasıl yaşarsanız yaşayın ve umudunuz ne olursa olsun doğanın ve yaşamanın sert kuralları bazen sizi avuçlarının içine alıverir. Kimi zaman karanlık gecelerin koynundan çıkıp gelir sessizce, kimi zaman unutulmayan bir hatıranın peşine takılıp gelir bir şiir ya da türkü eşliğinde. Aşk bu, sevda trenine binmiş eline yüzüne boyalar sürdürüp biraz şehvet biraz da hasret ve özlem koydurmuş hamuruna, ulaşırsan adı mutluluk ulaşamazsan yalnızlık olur. Hasret olur.

Bazen de modern hayat dedikleri bu çalgı çengi tarlasının yalancı ve sahte gösterişli dünyası alıverir sizi koynuna. Hani o ‘değer verdim de kıymet bilmediler’ dedirten cinsten konuşmaların ardından gelen gece sessizliğinde ya da sahilde bir yakamozun ardından kendini belli eden hali ile.

Hep geceden gelecek sabahı koynunda bitirecek değil ya. Bazen de sabahın seherinde çıkıp gelir yüreğine insanın. Tutar kolundan çıkarıverir seni ovalara, uçsuz bucaksız dağlara, büklüm büklüm yollara. Yürütüverir seni yağmurların altında ıslatarak. Yüzünde hafif bir gülümseme oluşuverir. Toprak kokusu işlemeye başlamıştır ciğerine, nasıl da mis gibi kokar yağmur suyu işlemiş yıkanmış çayır çimenler. Ansızın çıkıverir karşına sabrın sahibi, minik minik adımları ile telaşa bağlanan hayata inat küçücük bir kaplumbağa dolaşır ayaklarına.

Sonra hayat yine kendini hissettirir uzaklardan gelen çığlık sesleriyle. Çığlık dediğime bakmayın, hepsi acının oğlu değil ya bazen de kızı var yüreğinde çığlıkların. Çığlıklar  çığlıklar ile yıkanırken, yağmur da bir ana toprağı cırmalayarak doğurur bebesini babasının yokluğunda, fukara hali ile ormanın bir köşesinde tek başına. Doğdu bebek babasız ve ebesiz, hekimsiz. Kendiliğinden geldi hayata ve yalnızlığa öylece davetsiz.

Yalnızlık işte, bu öyle şişede durduğu gibi durmuyor. Ne sofrada rakısı ne masadaki mezesi ne de inleyen nağmeleri ile aşkın özlemi. Başladı mı oynamaya insanın yürekteki hatıraları, şişenin kapağı yine çıkıp gelir ve baş köşeye oturur sorgusuz sualsiz? Kibirlidir, ukaladır. Hatır gönül bilmez. Selamsız sabahsız takılır. Hangi gece yarısı kimin koynuna gireceğini, hangi köşe başından çıkıp kaldırımların üzerinde ürkekçe yürüyen ayakların sahibinin koluna gireceğini bilir. Dedim ya bir acayip yalnızlık meselesi son zamanlarda insanlığın yaşadığı ve çektiği.

Çektiği dediğime bakmayın kimisi mutludur, kimisi dilediğince özgür, kimisi huzurlu, kimisi de hüzünlü. Yalnızlık bu çünkü kiminde yarısı ile kiminde yarası ile anılır. Sonuç ne olursa olsun bir acayip yalnızlıktır yaşadığımız.

Bunca kalabalığın içinde, bunca modern hayatın içinde, bunca aşkın ve sevdanın koynunda bir acayip yalnızlıktır yaşadığımız.

Umutlardan, sevdalardan, yüreklerden, hatıralardan, hatırlarda kalanlardan yaşadığımız kadarı ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.