Aysel Ateş Abdullazade

Aysel Ateş Abdullazade

Kırmızı Oda

Günlerdir herkes onu konuşuyor, herkesin dilinde bir psikoloji, psikiyatri terimi. Herkes psikolojinin insan hayatındaki rolünden bahsediyor. 

Merakımı gidermek için oturdum televizyonun karşısına. İnternetten açtığım filmi izlemeye başladım. Açılır açılmaz şiddetten, psikolojik travmalardan oluşan olumsuzluklarla ilgili kırmızı renkli bir yazı geçiyor. Ve bu yazıyı seslendiren kadının sesi o kadar naif ki. Aynı zamanda entelektüel bir ses tonu. Dinledikçe dinleyesin geliyor. Dizi en başta bunu açıklamakla izleyiciyi ekrana kilitleme metodunu doğru seçmiş sayılıyor. 

Dizi ilerledikce düşündürüyor. Kendinle konuşuyorsun bir nevi. Kendini insanların yanında hiss ediyor, empati ile onların yerine geçiyorsun. Ne kadar hasretindeymişiz aşk sahnesi olmadan, bilinen ve tahmin edilen filmlerin aksine olayların bilinmezliye sürüklenmiş, hayatı yaşamanın, insanların hikayelerinin içinde var olmayı. 

Bir psikiyatri kliniğinin sıcaklığı, doktorların birer arkadaş, yoldaş olduğu gerçeyi, psikiyatrisin hemen uyutan ilaçlar vermediği hakikati. Daha neler neler.

Kilitlendim ekrana. İnsanların hayatı, anlatmak isteyip de anlatamadıkları, içinde birikenlerin onları birer taşa çevirdiği düşüncesi ile izliyorum. 

Profesyonel uzman yardımı almak çabalamaktır aslında. Bitmediğine inanmaktır. Buradaki bütün insanlar bir çabalayış içinde. Değişmeye, düşünmeye ve kendini tanımaya çalışıyor. 

Kırmızı Oda...

Nedir başka yerli dizilerden farkı, biliyor musunuz? İçimizi bize göstermesi. İzleyiciye ayna olabilmesi. O aynada kendimizi görüyoruz, kendimize bakıyoruz. Kimimiz Meliha kadar acı bir hayatın parçası olarak savrulmuşuz bu dünyaya, kimimiz Mehmet kadar travmalı büyümüş, kimimiz Alya gibi zehir zekalı ama sevilmeyen çocuk olarak sunulmuşuz hayatın önüne, kimimiz hikayesi bilinmeyen bir uzman, kimimiz mutlu görünmeye çalışan bir kadın, kimimiz kendi söküğünü dikemeyen terziyiz. Bunları kendimizde gördüğümüz için kilitleniyoruz ekrana. 

Bazılarımızın çok ihiyacı vardır kapısı kapanan sıcak bir odada hayatımızı anlatmaya. Yargılanmadığını, kınanılmayacağını bilerek anlatmak. Ah, o rahatlık yok mu. Soru yağmuruna tutlmadan, önyargıların dolu gibi üstünü bastırmadan seni dinleyen, anlamaya çalışan ve doğru yolu seninle beraber izleyen biri olmak. Doktor hanım. Binnur Kaya - nasıl bu kadar güzel hakkını verebiliyorsun oyunculuğunun? Bunun sadece oyunculuk olduğunu düşünmek haksızlık olur bence. O sakinliği korumak, o yaklaşımlar, insanlara güven vere bilmek, yargısız usulca sorulan sorular, duyduğu hikayeler karşısında duygulanmalar bir rolden ibaret olamaz. Bir az da yaşantı katmış olmalı. 

Bir de iç ses. O ses aslında hepimizin kafasının içinde. Ama onu da duya bilmek önemli. Duymak için yine kendini bilmeli, keşf etmelisin. Yapamadığın sürece profesyonel yardım almalısın. Var olan ama senin bilmediğin bir çok şey taşıyorsun içinde. Bunların farkına varmak için kendinin farkında olmalısın. Ve dediğim gibi bu aynada kendine bakmalısın.

Bu dizinin topluma en önemli mesajı ise asırlardır toplumda psikiyatri fobisini yok etmek, parçalamaktır. Psikiyatrinin "delilik" ile alakasız olduğu, sadece konuşmaya ihtiyaç duyduğun anda bile o doktordan randevu almanın yeterli olmasını gösteriyor. Psikiyatri kliniği akıl hastanesi değildir. Bunu öğretti bu dizi. Hatta dün bir tanıdığım psikiyatri yardımı almak istiyorum dedi. Çok sevindim. İnsanlarda oluşan bu yanlış yargının ve korkunun eriyip kaybolması daha güzel insanların, daha mutlu bireylerin ve kendisi için birşeyler yapan, çalışan, çabalayan birilerinin varlığını çoğaldacak. 

Kırmızı Oda iyi geliyor insanlara...

Önceki ve Sonraki Yazılar