Miras Aşklar Miras Acılar: Bir mübadele ve bir Yörük romanı

Miras Aşklar Miras Acılar: Bir mübadele ve bir Yörük romanı

Aysel Ateş Abdullazade, yazar ve doktor İbrahim Dağhan ile bir röportaj gerçekleştirdi.

Merhaba değerli Medya Ege okuyucularım! Bugün yazar ve doktor İbrahim Dağhan ile birlikte kitap, sanat ve kültür, aynı zamanda sağlık üzerine güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Bol köpüklü keyif kahveniz ile köşenizde yerinizi aldıysanız, sizleri bu röportajın detaylarına davet ediyorum.

67.jpg

“AŞK, KÖR BİR CESARETE, OLAĞANÜSTÜ BİR KUVVETE SAHİPTİR”

Bize kendinizi tanıtır mısınız, İbrahim Dağhan kimdir?

İlk, orta ve lise eğitimimi Malatya’da tamamladıktan sonra 1996 yılında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldum. Halen Antalya’da hekimlik hayatıma devam ediyorum. Evli ve bir çocuk babasıyım.

Hayatınızda sağlıktan yazarlığa bir yolculuk söz konusu, bu yolculuktan bahseder misiniz?

Bu yolculuğa çıkan herkes gibi ben de okuyarak başladım diyebilirim. Aldığımız tıp eğitimiyle bütün sanatların temel unsuru olan insanın birçok boyutunu da öğrendiğinizde bu, size farklı bir bakış açısı kazandırmaya başlıyor. Daha sonraki meslek hayatınız boyunca insan ve insana ait ne varsa; başta hastalıklar olmak üzere çaresizlik, umut, beklenti, hüzün, mutluluk, coşku, korku, öfke, utanç, nefret, doğum, ölüm gibi duygu ve olaylarla yoğun bir şekilde karşılaşıyorsunuz. Bu deneyimlerle önceleri küçük hikâyeler küçük denemeler yazmaya başladım. Ancak bir gün Raine Maria Rilke’nin deyimiyle “Yazmadan yaşamayı becerebileceğini sanıyorsan yazma” noktasına geldiğimi hissettiğimde daha büyük ve daha kapsamlı bir şeyler yazma ihtiyacı duydum. Yazma serüvenim bu şekilde başlayıp şekillendi diyebilirim.

dsf1873.jpg

Miras Aşklar Miras Acılar kitabınızın ikinci baskısı çıktı. Bu kitabın içeriğini açalım biraz, bilmeyen okuyucularımız için tanıtalım.

Miras Aşklar Miras Acılar, bir mübadele ve bir Yörük romanıdır. Bir taraftan bağımsızlığımızın tapusu sayılan Lozan Barış Antlaşmasıyla başlayan büyük göçün diğer taraftan bir zamanlar her yıl tekrarlanan Yörük göçünün romanıdır. Romanda Yunanistan’dan, Balkanlar’dan ve adalardan Anadolu’ya, Anadolu’dan da başka yerlere göç ettirilmek zorunda kalan insanların yaşadığı büyük trajediyle birlikte tarihimizde ve kültürümüzde var olan ama unutulmaya yüz tutmuş Yörük göçünü anlatmaya çalıştım. Mübadelede gidenlerin gittikleri yerlerde, gelenlerin de buralarda yaşadığı, Sigmund Freud’un ifadesiyle “Küçük farklılıkların narsizmi”ni ve sonuçlarını birbiriyle bağlantılı iki aşk hikâyesiyle anlattım. Bu göçle birlikte insanların her ne kadar dinsel temelli bir ayrıma tabi tutulmaya çalışılsalar da, aynı coğrafyada yüzyıllarca birlikte yaşamış olmanın getirdiği ortak bir kültürlere de sahip olduklarını ortaya koymaya çalıştım. Ayrıca Antalya’da çokça var olan Yörüklerin yaşam biçimlerini de bir Yörük göçünün içinde ayrıntılarıyla anlattım.

dsf1870.jpg

Romanıma evrensellik katması için romanın bir bölümünün geçtiği Girit’in lirik destanı Erotokritos’tan da bölümler ekledim. Ayrıca romanda Cumhuriyet dönemi ve 27 Mayıs 1960’a giden süreçteki siyasal olaylar da bulunmaktadır.

‘Aşk hep tekerrür edip duruyor’ demişsiniz romanda. Buradaki tekerrür insanların aşktan ders almaması ile mi alakalı, bu tekerrür neden ibaret?

İnsanoğlundaki en güçlü duygu nedir diye sorarsanız bence bunun cevabı ‘aşktır.’ Çünkü aşk gibi bir duygunun insana yaptıramayacağı hiçbir şey yoktur. Hal böyle olunca aşk yaşatacaklarını tutkulu, bağımlı, saplantılı uçlarda yani bir bakıma ambivalenz bir şekilde yaşatıyor. Buna paralel olarak sonuçları çoğu zaman hiç beklenmedik oluyor. Bütün aşkların sonu mutlu sonla bitmiyor tabi ki çünkü aşkın doğasında bir bedel ödemek ve ödetmek vardır ve bu bedel çoğu zaman can yakıcı olmaktadır. Eğer böyle değilse bunun aşk olup olmadığı tartışmaya açıktır. Bu anlamda aşk kör bir cesarete, olağanüstü bir kuvvete sahiptir diyebiliriz. İnsanlık tarihi kadar eski bir durumdur bu aslında, Kabil’in Habil’i öldürmesine kadar uzanır. Ancak bu can yakıcı sonlar diğer insanlar için hiçbir zaman ders niteliğinde olmuyor. Çünkü insanlar bu güçlü duygu karşısında adeta çaresiz ve edilgen bir şekilde savrulurlar. Hissettiğimiz hiçbir duygu bize her şeyi kaybedebilmeyi göze aldırtmaz ama aşk için bu söz konusu değildir. İnsanlar önce duygularının sonra da hormonlarının devreye girmesiyle oluşacak psikofizyolojik reaksiyonun sonuçlarını tahmin edemezler, etseler de önleyemezler. Çünkü insanlar bunu genellikle bir defa yaşarlar ve ne yazık ki tekrarı da tecrübesi de olmamaktadır.

Tarihte göç etmek zorunda kalan çokça insanlar, tayfalar, topluluklar olmuş. Göç, insanların geçmişini ve varlığını etkiler mi? Yani kaldığı yerden devam edebilir mi insanoğlu?

Tabi ki etkiler. Göç insanların sadece geçmişini ve şimdiki varlığını etkilemez, geleceğini de etkiler. Zaten asıl sorun da budur. Söz konusu mübadelede insanlar bilinmeyen yerde bilinmeyen geleceği yaşamaya zorlandılar. Yüzyıllar önceki gidişleri de yüz yıl önceki gelişleri de travmatik olmuştur. İnsana ait birçok duyguyu romanlarında çarpıcı şekilde anlatan F. Dostoyevski bunu “Bir insanın vatanını kaybetmesinden daha büyük bir acı yoktur” diye ifade etmiştir. Böylesi büyük çaplı göçler bir kimlik bunalımı ve bir kırılma doğuruyor elbette. Bu bunalım ve kırılma nesiller boyu devam eder. Mübadelenin üstünden yüz yıl geçmiş olmasına rağmen şimdiki nesilleri o bunalımı ve kırılmayı hala yaşamaya devam etmektedirler.

Biraz da sağlık sektöründeki faaliyetlerinizden konuşalım. Sağlıklı Hayat Merkezindesiniz, birçok insanları tedavi ederek umut ışığı oluyorsunuz. Neler yapıyorsunuz, merkezdeki faaliyetiniz nelerden ibarettir?

Sağlıklı Hayat Merkezi Sağlık Müdürlüğüne bağlı bir merkezdir. Merkezimizde kanser taramaları, sigara bıraktırma polikliniği, aile planlaması polikliniği ve danışmanlık hizmetleri verilmektedir. Danışmanlık hizmetlerinde diyetisyenler, fizyoterapistler, çocuk gelişim uzmanları, psikologlar ve sosyal hizmet uzmanları görev yapmaktadırlar.

dsf1861.jpg

Ketem’in kanser hastalığında erken teşhis yapmasından, insan hayatı için olan öneminden konuşabilir miyiz?

Şunu kabul etmek gerekir ki kanser artık çağımız vebası. Çevresel nedenlerden tutun da beslenmemize kadar birçok etken bu vebayı her geçen gün daha yaygınlaştırmaktadır. Her yıl kanserden ölenlerin sayısı yaşamakta olduğumuz pandeminin en yoğun olduğu yıldaki covid-19’dan ölenlerin sayısından çok daha fazla olduğu halde pandemi gibi bir alarma geçirtmiyor maalesef. Kanser ismi hepimize soğuk ve korkutucu geliyor ama isminin aksine çoğu zaman sessiz, sinsi ve hiçbir belirti göstermeden ilerleyip ortaya çıkıyor. Durum böyle olunca erken teşhis yaşamsal bir önem kazanıyor. Bunun için yapacağımız tek ve en önemli şey taramalarımızı zamanında yaptırmaktır. Şöyle diyebiliriz rahatlıkla; ücretsiz olan bu taramaları yaptıran bir insan kansere yakalansa bile erken teşhisle birlikte tedavi olacak ve dramatik sonuçlarıyla karşılaşmayacaktır.

Hocam, bu faydalı bilgiler ve güzel sohbetiniz için teşekkür ederim. İlerleyen zamanlarda bir başka sağlık sohbetlerinde buluşmak dileğimle, hoşçakalın!

img-20230125-130256.jpg

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.