Türk Hukuku çerçevesinde “Fal” ve “Büyü” kavramı

Türk Hukuku çerçevesinde “Fal” ve “Büyü” kavramı

Muzaffer Demirsoy yazdı...

Fal bakarak veya büyü yaparak kazanç sağlamak Türk Hukuku kapsamında suç olarak kabul edilmektedir. Falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve buna benzer eylemler kimse mağdur edilmemiş hatta herhangi bir şekilde para talep edilmemiş olsa bile suçtur. 

Ceza kısmında 2’li bir ayrım yapmak gerekiyor.

Para karşılığında yapmak :

Para karşılığı fal bakmak veya büyü yapmak Türk Ceza Kanunu’nun 158/1-a maddesine göre; “Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle nitelikli dolandırıcılık" suçunu oluşturabilir ve bu durumda cezası 3 yıldan 10 yıla kadar hapis ve 5.000TL'ye kadar adli para cezasıdır. Burada kanun maddesi “hapis ve adli para cezası” dediği için kişi hem hapis cezasına çarptırılır hem de para cezası ödemek zorunda kalır.

Yargıtay Ceza Kurulu’nun 4 Şubat 2014’te büyücülükle ilgili olarak aldığı bir kararı da var: “4 Şubat 2014 tarihinde verilen 2013/15-262 E. 2014/37 K. Sayılı karara göre; " büyü yapma, büyü bozma, cin çıkarma gibi mağdurun dini inanç ve duygularına yönelik olarak mağduru yanıltacak ve kandıracak yoğunluktaki sözlerin planlayarak ustaca sergilenmesi ile sanığın etkisinde kalan mağdurun dini inanç ve duygularının istismar edilmesi nitelikli dolandırıcılıktır”

Para karşılığında yapmamak :

Para almadan büyü yapanlar ya da fal bakanlar ise Türk Ceza Kanunu’nun  158/1-a maddesindeki nitelikli dolandırıcılık suçuna göre değil 1925 yılında kabul edilen 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu'na göre suç işlemiş olarak kabul edilecektir. İlgili kanunun 1. Maddesi doğrultusunda ; falcılık, büyücülük ve üfürükçülük, murada kavuşmak maksadıyla nüshacılık halinde 3 aydan az olmamak üzere hapis ve adli para cezasına hükmolunur. 

Hapis cezasının üst sınırı kanun maddesinde yazmadığı için 5252 Sayılı Kanunun "hapis cezalarında, kanunlarda aksine bir hüküm yoksa alt sınır 1 ay, üst sınır da 5 yıl olarak uygulanır" şeklindeki düzenlemesi uyarınca para almadan büyü yapanların veya fal bakanların 3 Aydan 5 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması mümkündür.

Ancak para karşılığında fal bakmamak durumunda 677 sayılı kanunda öngörülen 3 Aydan az olmamak üzere hapis ve para cezası verilmesi gerektiği uygulanamaz bir hüküm olarak görünmektedir. Özellikle kahve falı sosyo-kültürel yaşamda etkinliğini giderek arttıran bir olgu haline gelmiştir. Türk kahvesinin içilmesi sonrasında kalıplaşmış davranış biçiminin bir parçası olarak kahve falına bakma geleneğini suç saymak mümkün değildir. Kahve gibi fallar psikolojik bir terapi, vakit geçirme ya da toplanma aracı olarak giderek toplumsal yaşamda kabul gören bir etkinlik olmuştur. Özellikle arkadaş veya komşu sohbetlerinde ortaya çıkan kültürel bir örgütlenme aracı olarak karşımıza çıkar. Bu nedenle komşuda kapatılan falın suç olarak kabul edilmesi trajikomik olacaktır. Zaten bir ceza hukuku normu bazen örf ve adet sebebiyle uygulanamaz bir hale gelebilir bu nedenle fiilen yürürlükten kalkması durumu oluşur buna “metrukiyet” denir. Kanunen suç olarak tanımlanan bir eylem örf ve adet sebebiyle halk arasında meşru görüldüğü için o kadar çok işlenir ki, adli makamlar bu suçları takip edemez hale gelir, bu nedenle fiilen “metruk” hale gelen o hüküm bir süre sonra resmen yürürlükten kaldırılır. Örneğin düğünlerde fazla harcama yapmayı suç sayan Düğünlerde Men’i İsrafat Kanunu ile gazete kağıtlarından kesekağıdı yapılmasını yasaklayan Yazılı ve Basılı Kağıtların Kese Kağıdı Olarak Kullanılmamasına Dair Kanun önce metruk hale gelmiş daha sonrada resmen kaldırılmıştır.

Büyücülük veya Falcılık Yapmak Boşanma Sebebi Midir ?

Büyü, muska ve fal işleri ile uğraşmak sıkça rastlanan bir boşanma sebebidir. Yargıtay kararlarında diğer eşi kendisine bağlamak ve kayınvalidesini etkilemek amaçlı büyü yaptırmak[1], kişiyi küçük düşürücü büyü teşebbüsünde bulunmak[2], muska yazıp yapma, bebeğe iğneler batırarak büyü yapmaya çalışmak[3], falcılık yapmak[4], tedavi olmak yerine hocaya gitmek, evinde büyü olduğunu düşünerek eşyalara su ve şeker serpip eşyaları yakmaya çalışmak[5] gibi davranışlar boşanma kararı verilmesinde yeterli olmuştur.

Medyumun, Falcının Vergi Vermesi Onları Yasal Hale Getirir Mi ?

Vergi mükellefi olan falcılar var. Son olarak Maliye Bakanlığı'nın 2018 yılında bir medyumun başvurusu üzerine 'serbest meslek faaliyeti yapıyorsun' deyip medyumu vergi mükellefi sayması tartışmalara neden oldu. Buna karşı çıkan vergi uzmanları devletin suç işleyerek de olsa bir kazanç elde edilmesi halinde o kazancın vergisini alabileceği yani kanunlarla yasaklanmış bir faaliyetten vergi alınabileceği; ancak o kişileri mükellef sayıp vergi dairelerinde mükellef kaydının açılamayacağı konusunda fikir birliği içinde. Zaten Vergi Usul Kanunu Madde-19 bunu açıkça belirtiyor : “Vergiyi doğuran olayın kanunlarla yasaklanmış olması vergi mükellefiyeti ve vergi sorumluluğunu kaldırmaz.” Yani gelirin kaynağının ne olduğu vergi alıp almama konusunda belirleyici bir unsur değildir.

Gelir Vergisi Kanununda 7 çeşit gelir unsuru vardır:

1-Ticari kazançlar

2-Zirai kazançlar

3-Ücretler

4-Serbest meslek kazançları  

5-Gayrimenkul sermaye iradı

6-Menkul sermaye iradı

7-Sair kazanç ve iratlar

Medyumun ve falcının yaptığı işten elde ettiği gelir Maliye Bakanlığınca “serbest meslek kazancı” olarak görülmüştür . Ancak Kanunun 65 inci maddesinde; "Her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar serbest meslek kazancıdır. Serbest meslek faaliyeti sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmayan işlerin işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır." hükmü yer almaktadır.

Medyumluk ve falcılık mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan bir faaliyet midir ? Asıl soru budur. Maliye bakanlığı bu soruya “Evet” diyerek onları vergi mükellefi yapmış, çoğu vergi uzmanı ise soruya  “Hayır” diyerek falcıların ve medyumların vergi mükellefi olamayacağı konusunda görüş birliği oluşturmuştur.

Bu tartışma medyumların ve falcıların vergi mükellefi olup olamayacağı ile ilgili bir tartışmadır. 

[1] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin, 27/12/2011 tarihli, 2012/8568 Esas ve 2012/28396 Karar sayılı kararı. 

[2] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin, 10/07/2001 tarihli, 2001/8276 Esas ve 2001/10880 Karar sayılı kararı. 

[3] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 28/06/2006 tarihli, 2006/2-450 Esas ve 2006/493 Karar sayılı kararı. 

[4] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 26/09/2001 tarihli, 2001/2-588 Esas ve 2001/619 Karar sayılı kararı.

[5] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin, 12/12/2011 tarihli, 2010/22518 Esas ve 2011/21599 Karar sayılı kararı. 
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.