ARAFTA KALMA

Artık hiçbir şeye yetişemiyoruz. Ne akıp giden zamana, ne de geride kalan zamana...

Çoğu insanın zihni, yaşı kaç olursa olsun bedeninden daha olgun oluyor. Yelkovanın kaçması, akrepin onun peşinden gitmesi insanı yaşlandırsa da, hevesleri kursağında kalan bir insan için yaşamadan yaşlanılan bir ömre eş değer oluyor. Ve de beyninde birikenler ömrüne de yayılıyor.

Zamanla hayat sadece bir alışkanlığa dönüyor. Sabah kalkıp el yüz yıkandıktan sonra, kahvaltı ve yeni hergün bir öncekinin aynısı şeklinde devam ediyor. Hiçbir fark olmadan. Robotlașan hayatlar diyorum ben bunlara. Çünkü robottan tek farkı nefes alabilmesidir. Zihnini kurcalayan her düşünce, zamanla kişinin yaşamdan daha çok kopmasına sebep oluyor.

" İnsan bekleyiş içindeyken, arzuladığı şeyin yokluğundan ötürü o kadar ıstırap çeker ki, bir başka mevcudiyete tahammül edemez. " diyor Marcel Proust Sodom ve Gomorra isimli kitabında. Her insanın hayalidir; şu fani dünyadan gelip geçerken yeryüzünde dolu bir hayat geçirip, güzel bir hikayeyle sonlandırmak. Birbirine paralel giden iki çizgi var aslında: biri istemek ve ötekisi ise vazgeçmeyi bilmektir. İkisini de en üst seviyede isterken; iki çizginin tam da ortasında, arafta kaldığımızı göremiyoruz. Ne isteklerimizi unutabiliyor, ne de onlardan vazgeçebiliyoruz. Biz isteklerimizden başka her şeye gözlerimizi kapatırken akıp giden zamana hapsediyor ve şuursuzca harcıyoruz ömrümüzü.

Sonunda da içi bomboş bir varmış ama aslında hiç olmamışla başlayan bir hikaye bırakıyoruz arkamızda.

İstemekle, vazgeçmek arasında sıkışmadan seçim yapmayı bașarıp, kendi hikayesini dolu dolu yazabilenlerle selam ola.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum