DÜŞÜNÜYOR MUYUZ?

‘’Biz yalnızca insanların düşündüğü fikrine alışmışız.’’ diyor sevgili Ulus Baker. 2007’ de kaybettiğimiz değerli sosyologlarımızdan olan Baker, kafamdaki pek çok bilinmezin yerine oturmasını sağlayanlardan. Ne kadar da doğru söylüyor. Sosyolojik bir betimleme yaparken insan psikolojisine de derinlemesine bir bakış atmamızı sağlıyor. Tabi sadece düşünmeyi bilenlere.
İnsanların yaşadığı pek çok sıkıntının ardında düşünce dizgemiz yatar. Olayları, durumları düşüncelerimizle şekillendirir inanç kalıplarımızla destekler yeni düşünce kalıpları oluştururuz. Her olay bize yenilememiz gereken kalıplarımızı hatırlatır bazen de esnememiz gereken kısımları bize gösterir. Böylece düşünce dizgemiz ara ara güncellenerek hayatın içine kanalize olur ve standartlarımızın oluşmasına olanak sağlar. İnsan bu ya değişen, dönüşen, uyum sağlayan bir varlık.
Buraya kadar bahsettiğimiz hepimizden beklenen. Peki, hayatın akışında böyle miyiz? İşte burada sıkıntı başlıyor. Düşünmesi gereken insanoğlu, hep aynı kıstaslarla yola devam ettiği için sıkıntı başlıyor. Küçük yaştan itibaren edindiği yaşam kalıplarını ne kadar zaman geçerse geçsin değiştirme gereği duymuyor. Her olayda aynı düşünce dizgesiyle yoluna devam ediyor.
Seanslarım sırasında özellikle aile danışmanlıklarında ‘’Düşüncesiz. Hocam benim eşim’’ cümlesini çok duyarım. Yaşadığımız olay değil de çoğu zaman o olaya yüklediğimiz anlam bize sorun yaratır. Bunu değiştirmemekte ısrar eden her kişi, hayatın akışı içinde büyük sorunlar yaşar. Temel sıkıntımız da karşımızdakinin bunu düşünerek yaptığına inanmamızdır. Herkesin düşündüğüne olan inancımız, sorunlarımızın da kaynağını oluşturur ne yazık ki.
Temel sorunumuz düşünmeyen bir toplum oluşumuzdur. İkili ilişkilerden tutun da toplumsal her kademede bunun yansımalarını görmekteyiz. İnsanların ne kadar yorgun olabileceklerini düşünemeyiz, insanların neden işlerini bitiremediklerini düşünemeyiz, tartışmaya konu olan durum hakkında düşünemeyiz. Tek bir bakma açısıyla ilerlemeyi daha uygun buluruz. Hatta tek bir bakma açısına sahip olduğumuzu bile fark etmeyiz.
Her şeyden önce bu sorunu halletmek için bir perspektife sahip olmamız gerektiğini düşünüyorum. Eşyaların ve nesnelerin nasıl ki uzaktan bir görünüşü varsa yakından yandan arkadan önden de baktığımızda bir görünüşleri vardır. Aynı şey olaylarda da geçerlidir. Olaya hangi yönüyle baktığınız bakış açınızı belirler. İçine girmeden bakmanızla yanında durarak bakmanız arasında fark vardır. Ve tek yönlü bir bakma bizi ön yargıya, anlaşmazlıklara götürür. Olaylara bakışta perspektif kazanmak düşünce süreçlerimizde oldukça rahatlatıcı bir etki yaratır.
Şu durumda bizi rahatlatabilecek iki noktayı belirlemiş oluyoruz. Birincisi, Ulus Baker’in de dediği gibi insanların çoğu düşünme eylemini atlayarak eylemde bulunma derdi içinde. Bunun için de cebimizde şöyle bir sorumuz olsun: sen buna düşünerek mi karar verdin, bunu bir düşünce süzgecinden geçirdin mi? Bu soruya tam bir cevap alamasanız bile en azından karşınızdakini afallatmış olursunuz. İkincisi ise insanların çoğunlukla tek bir düşünce kalıbıyla hareket ettiklerini kabule geçmek. Perspektife sahip olmamaları. Bunu için de benim en sevdiğim sorulardan biri şudur: böyle düşünmeseydin nasıl düşünürdün? Bu soru da oldukça şaşırtıcı bir sorudur çünkü karşınızdakini düşünmeye sevk eder. Yanınızdayken bunu yapmasa bile yalnız kaldığında bir şekilde düşünecektir. Düşünenlere ve düşündürenlere denk gelmeniz dileğiyle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.