Emre İşgüzar

Emre İşgüzar

BABALAR(IN) KARNE GÜNÜ!

(Danyal  İŞGÜZAR’a ithafen)

Yemeklerine sevgisini katarak mutfakta hazırlık yapan Aysel Hanım oğluna seslendi. “Burak, yemek hazır oğlum, ellerini yıkayıp masaya gelir misin?” Ses tonunu iyice azaltarak eşiyle konuşup bir yandan da masayı hazırlamaya devam ediyordu Aysel Hanım. “Burak senin ile bir şey konuşacak galiba. Bütün gün gelmeni bekledi. Yarın karne günü biliyorsun, galiba onunla ilgili bir şey söyleyecek.” 

“Hadi hayırlısı bakalım. Yoksa yine karne hediyesi pazarlığı mı yapacak?” diyen baba da eşinin elindeki salata tabağını alıp masaya koydu.

“Bak aşkım eğer öyle bir konuşma olur ise lütfen destek verme. Ben hâlâ bu tür yaklaşımlara karşıyım biliyorsun. Tabi ki hediye almaya karşı değilim ama isteyecekleri hediyeler öğrenciye ve yaşına uygun olmalı. Daha bu yaşlarda istedikleri hediyelerin değeri servet niteliğinde bence bu şekilde yaklaşımlar yanlış o yüzden de karşıyım,” diye devam etti Aysel Hanım, çorbaları kâselere koyarken.

“Merhaba babacığım. Hoş geldin.”

“Sen de hoş geldin küçük bey. Nasılsın? Keyifler nasıl? Arkadaşlarınla neler yaptınız bugün?”

“Babacığım senin ile bir şey konuşmak istiyorum,” dedi Burak, heyecanlı ve telaşlı bir tavırla. Babasının sorduğu bütün soruları cevapsız bırakarak, direk konuya girmek istiyordu.

“Burak önce yemeklerimizi yiyelim istersen, hem baban da biraz soluk almış olur.”

“Söyle bakalım küçük bey nedir bu kadar önemli olan ve seni bu kadar sabırsızlandıran olay?”

“Babacığım biliyorsun yarın karnelerimizi alacağız.”

“Alacaksınız; ama bak konu eğer hediye pazarlığı ise annen haklı yemek yemeye devam edelim.”

“Babacığım yarın karne günü, sen ve annem okula gelmeseniz olur mu? Ben akşama karnemi sizlere getiririm. Bir de senden iki kişilik yemek parası istiyorum. Karneleri aldıktan sonra sınıfça yemeğe gideceğiz Cengiz Öğretmen söz verdi.”

“Her şey tamam da bizim gelmemizi neden istemiyorsun? Mutlu gününde biz de yanında olmak isteriz.”

“Babacığım, okul yönetimi daha sonra bir mezuniyet yemeği verecekmiş; ama yarınki yemekte sınıf öğretmenimiz Cengiz Bey ve biz olacağız sadece.”

“Peki küçük bey öyle olsun bakalım.”

Yemek yerken babasından istediği sözü alan Burak, mutlu ve huzurlu bir şekilde geceyi sonlandırdı. “Çok teşekkür ederim herkese afiyet olsun,” diyerek odasının yolunu tuttu. 

Babası oğlunun arkasından bakarken alındığını belli eden cümleler kurdu.

“Aysel bak görüyor musun? Daha bu yaşta beğenmiyorlar artık bizi. Biz zamanında annelerimiz babalarımız gelip bizi okulda görseler diye hayaller kurardık. Bırak hediye pazarlığı yapmayı, yemeğe gidecek parayı iki misli istemeyi, karşılarında ağzımızı açamazdık.”

“İbrahim, bence bu kadar ön yargılı olma, vardır bir bildiği. Ben oğluma güveniyorum yanlış bir şey yapmaz. Hadi ben sana bir kahve yapayım da içelim,” diyen Aysel hanım, bir yandan masayı topladı. İbrahim Bey köşedeki koltuğuna geçip oturdu. Burak odasında, Aysel Hanım mutfaktaki köşesinde derin duygular ve düşünceler içindeydi. 

Hayat akışı bir şekilde gidiyor. İnsanlar kendi yaşantılarında ve yargılamalarında günlerine gün ekliyor. Geceyi sabaha, sabahı geceye ekleyip duruyor. Hayat, gece yolculuğu gibi bir şey. En güzel manzaraların olduğu yollar gece karanlığında kalıyor. Sabah olsun yüreğime ve yollara güneş gelsin, her yer aydınlansın istiyorsun. Güneş geliyor her yer aydınlanıyor; lakin bu kez de en güzel manzaralar geride kalmış oluyor. Sağa bakıyorsun dağ başı, sola bakıyorsun bilmediğin görmediğin bir yolcunun yılların yorgunluğunu taşıdığı kırışık ve asık yüzü. Ellerin ile yüzünü ovuşturuyorsun “Ya Rab, ilahi gecelerin ve kutsal günlerin ibadetine dair her ne var ise dilimizde ve yüreğimizde olan şu sabilerin ve sadat-ı ikramların yüzü suyu hürmetine kabul buyur.” Semadan bir ses beklerken ses yolculuğu ve hayalleri en güzel yerde bitiren o boğazında sigara balgamı dolu titrek sesi ile muavinden geliyor “yarım saat çay ve ihtiyaç molası.”

Ne ihtiyacı, kimin kime ihtiyacı, kim kimde ne arıyor ki bu devirde neye ihtiyaç olsun? Sevgi desen, aşık diyorlar. Kitap desen, flozof musun diyorlar? Yemek desen, şişmansın diyorlar. Gece desen, nefsine hakim ol diyorlar. Para desen, aç gözlü diyorlar. El alem bunları derken sen yarım saatte tüm ihtiyaçların bitmesini istiyorsun muavin kardeş. Kırk yılda bitmeyen ihtiyaç 30 dakikada biter mi? Ben en iyisi bir demli çay içeyim, hani şöyle ocakçı bardağa dem döksün ben de karşıki dağlara içimi dökeyim her yudumda.

Gitti de gelmedi gelirim diyenler,

Aşığım gidemem diyenler, 

Sevmelere doyamıyorum gözlerini diyenler, 

Bir ömür boyu seveceğim söz diyenler,

Hani ya neredeler?

Mola biter yolculuk devam eder.

Sabah olduğunda Burak heyecanlıydı. Babası, hâlâ “siz de yemeğe gelin” diyeceğinden umutluydu; ama Burak kesin ve kararlı bir şekilde hazırlığını yaptı. Kahvaltı masasından kalkar kalkmaz babası ve annesi ile vedalaştı. Hızlıca evden çıkıp kendisini bekleyen okul servisine bindi. Sınıfa girdiği gibi Mert’in yanına koşup sıkıca sarılıp “merhaba kanka” dedi. Mert, Burak’ın gelişiyle sanki karşısında anne ve babası varmış gibi sevindi. Servisin geç gelmesin den dolayı her zamanki saatlerinden 15 dakika geç gelen Burak kankasını korkutmuştu. Ne güzel şeydi “kankam” dediği kişiyi görünce annesini babasını görür gibi olan Mert’in mutluluğu. Ne güzeldi kardeş gibi olan kankaların dayanışması. 

Çocuk deyip geçmeyin veliler, küçük deyip iteklemeyin, “bize ne oğlum annesi babası yoksa ayrılmışsa, biz ne yapalım” demeyin veliler. Can onlar, yüreklerin cananı onlar. Kıymayın çocuklara, kıymayın yarınların aydınlık yüzlerine, uyurken bile meleklerin güldürdüğü canlara kıymayın.

Okul müdürü geldi, kısa bir konuşma yaptı ve karnelerin dağıtılacağını söyledi. Karneden daha çok gidilecek yemek için heyecanlıydı kankalar. Karneleri alıp, baktılar notlarına. İkisi de iftiharname almıştı. Deli gibi bir birlerine sarıldılar. 

“Geçtik kanka geçtik” dedi Burak. “Çok korkuyordum birimiz kalır da sınıflarımız ayrılır diye.”

“Seni ölsem yine bırakmam,” dedi Mert.

“Ölsen bile bırakmaz mısın?” diye tekrarladı Burak? Burak geçen gece yatağında uyurken hayal meyal hatırladı. Babası öperken öyle demişti sessizce. Burak, Mert’in ne dediğini daha iyi anlamıştı. Cengiz Öğretmenin babacan sesi duyuldu. 

“Herkes ikişerli sıra halinde kapının önünde duran servis aracına binsin yemeğe gidiyoruz.”

Mert Burak’ın boynuna sarıldı. Arkadaşlar el ele tutuşurdu, yüreği bir olanlar, sevdası var olanlar ya beline dolanırdı aşkın, ya da boynuna dolanırdı kankasının.

Restorana gidildi, yemekler yendi, gazozlar içildi. Mert ile Burak aşkın kardeş halini yaşıyorlardı. Cengiz Öğretmen sahneye çıktı. 

“Çocuklar karnelerinizi aldınız. Hepinizi tebrik ediyorum. Ancak unutmamanız gereken bir şey daha var. Bugün Cuma yarın değil öbür gün babalar günü unutmayın babalarınızı,” dediği anda küçücük elleri, kocaman şiir dolu yüreği ile çantasından hediyesini çıkaran Burak, aşkın evlat hali ile yıllardır çocukları olmayan Cengiz Öğretmene sarıldı. 

“Bu sizin için öğretmenim. Babalar gününüz kutlu olsun,” dedi. 

“Yapma be çocuk, yapma! Yüreğimin bam teline basma. Nice türküler dinledim, nice şiirler yazdım, ne sevdalara yelken açtım, kaç deniz, kaç okyanus geçtim yıkılmadım ama şimdi kolumu kanadımı kırdın be çocuk. Ne zaman nerede büyüttün bu yüreği bu kadar? Teşekkür ederim,” diyerek Burak’a içten bir sarılışta bulundu Cengiz Öğretmen.

Titreyen elleriyle hediye paketini açtı. İçinden bir kitap çıktı. Üzerinde “Karşılıksız Sevme Sanatı” yazıyordu.

“Biz de karşılıksız sevdik Burak’cım. Biz baba olamadık ama bir baba gibi, öğretmen olarak karşılıksız sevdik sizleri,” dedi. Günü sevgiyle sonlandırdılar. Burak, can dostu Mert’in de yemek ücretini ödeyerek evinin yolunu tuttu.

Akşam olduğunda karnesini yemek masasında babasına sundu Burak. Herkesin gözleri doldu. Cengiz Öğretmen yaşanılan her şeyi bir telefon ile İbrahim Beye anlattı. Böyle güzel yürekli bir çocuk yetiştirdiği için teşekkür etti. İbrahim Bey duygulandı, gururlandı bir yandan da önyargılı olduğuna, dinlemeden peşin hüküm verdiğine, “çocuk aklı işte” dediği zamanlara pişman oldu. Bir kez daha yanıldı. Çünkü Burak’ın babasına “okula gelme” demesinin bir nedeni vardı. Mert’in babası yoktu. En yakın dostunun eksik kalan yanını, yaşadığı hüznü, dostunun gözünün önünde babasına sarılıp, öpüp Mert’i  üzemezdi. Kankalar hiç üzer mi birbirini? 

Duygu yoğunluğu yaşanan gün ve gece evde bitmişti. Pazar sabahı oldu, tüm harçlıklarını Cuma günü bitiren Burak, babasına sunacak bir hediye alamadı. Bir hediye almak için ceplerini yokladı bir şey yoktu O da tuttu yüreğinden verdi.

Bir kağıt kalem aldı ve “Bir evdeki babanın varlığı çelik kapının verdiği güvenden iyidir.” Yazdı. Bir kutuya yerleştirip babasının ellerine ve yüreğine dolanarak hediyesini sundu.

BABALAR GÜNÜN KUTLU OLSUN.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum