ŞİİR ADAM EDİP CANSEVER 

Bugün sizlere ölüm yıl dönümü sebebiyle şiirin hakkını veren, şiiri yaşayan, şiirden başka hiçbir şeyle uğraşmayan benimde şiirlerini çok severek okuduğum şairler arasında olan o güzel adamın hayatı ve edebi kişiliğinden kısaca bahsedeceğim şair Edip Cansever. 

screenshot_20200525_145101-001.jpg

Edip Cansever, 8 Ağustos 1928’de, İstanbul Beyazıt’ta Soğanağa Mahallesi’nde Pembe Hanım ve Fazlı Bey’in oğlu olarak dünyaya geldi. İlkokulda okumayı öğrendikten sonra evlerinin yakınında bulunan Millet Kütüphanesine giderek daha çocuk yaşta okumanın  ve yazmanın yaşamındaki etkisini ve huzurunu yakalamaya başlar.

Öğrenimine Kumkapı Ortaokulu ve İstanbul Erkek Lisesi ile devam eder ve sonrasında İstanbul Ticaret Okulundan ayrılıp erken yaşta babasının antika dükkanında iş hayatına atılmak zorunda kalır. Ama öğrenimini yarıda kesmek onu yazmaktan ve okumaktan asla uzaklaştırmaz. Yıllar sonra Kapalı Çarşıda çıkan bir yangında antika dükkanı yanar ve sigortanın verdiği para da yeni bir dükkan açmaya yetmez. Ancak kendine bir ortak bularak açacaktır dükkanı. Aslında bu çıkan yangın bir anlamda da hayatının dönüm noktası olacaktır. Açılan yeni dükkanın üst katında bulunan odayı ortağı Edip Cansever'e vermiştir, kendisi dükkanla ilgilenirken Edip ise bu odada şiir dünyasına çekilip o muhteşem eserleri yazmıştır. Bu çalışma odası aslında sıradan bir oda değildi onun için nefes alabildiği,  ruhunu rahatlatabildiği tek yerdi. 

textgram_1590412178-001.png

Edip Cansever, tatildeyken beyin kanaması geçirdiği Bodrum'dan İstanbul'a getirildiyse de 28 Mayıs 1986 tarihinde 58 yaşında hayata ve o çok sevdiği şiire gözlerini kapattı. Mezarı Rumelihisarı'ndadır.

... 

" Ne gelir elimizden insan olmaktan başka

Ne çıkar siz bizi anlamasanız da

Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar

Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

...

Kaç kere ölmemişiz, kaç kere sormamışız, bu kaçıncı dalgınlığımız

Yani kaç sesli bir evrende kaç kere yalnız

Ne ölmek, ne ansımak! sadece yaşamakla

Tam öyle gibi.

Demeyin: eh, biraz yorulsak da

Demeyin, sakın haa, yok şu kadar bir şey insanın sonsuzunda

Biz şimdi ne yapsak, biz şimdi ne yapsak, biz işte biraz bilmiyoruz ya

Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla. "

Şiirlerinde hiç bir şey anlatmıyormuş gibi yapıp aslında bir çok şey anlatan şair. Kent şairi. İmge ve betimlemeleriyle şiiri hikayeleştirerek anlatan şair. Sizlere biraz edebi kişiliğinden bahsetmek istiyorum. 

Edip Cansever kendini çok erken yaşta tanımıştır. Henüz orta okul ikinci sınıfta yazdığı şiirlerden bir tanesiyle çocuk dergisinde ilk şiiri yayımlanmıştı. 

Şiiri sevdiren, şiiri dinleten, şiiri okutan şairimiz dizelerinde aşkı ve en çokta hayatı anlatırdı. 

 

screenshot_20200527_174154-001.jpg

Seslerin birbiriyle karıştığı, gürültünün ve kargaşanın düşünceler ile yarıştığı bir dönemde siyasetten uzak sadece insan ve şiirle iç içe bir hayat seçti kendine. Savaşların ne içinde, ne önünde nede arkasında yer aldı. Şiire aşık bir şairdi zaten yazılarından da anlaşıldığı gibi şiirden başka bir şey yazmadı. Ve Edip Cansever'in şiir aşkını şu mısralarla anlattı üstad Cemal Süreyya:

"Yeşil ipek gömleğinin yakası

Büyük zamana düşer.

Her şeyin fazlası zararlıdır ya,

Fazla şiirden öldü Edip Cansever." 

Ne kadar çok şiir yazsada "En doğru şiir nasıl yazılır?" sorusunun cevabını aramakla geçti ömrü. Şiir hayatına Garip şiirin etkisiyle başlayıp, avare yıllarının yaşama sevincini yazdı. İlerleyen yıllarda ise İkinci Yeni akıma kaptırdı gönlünü ve hatta önemli isimlerinden biri oldu. 

Yazmak için gezerdi ve bir yerde uzun kalırsa bilinirdi ki orada yazılmayı bekleyen bir şeyler bulmuştur. Yazdığı şiirlerdeki karakterleri sadece karakter değildi. Kendine bir kişi seçer ve yaşanan gerçekleri kendine özgü kalemiyle o kişi üzerinden, değişik söylemler ve imgelerle anlatırdı. O köşe başındaki çiçekçilerin, Ahmet abilerin, Ruhi beylerin, meyhane garsonlarının... yani sokakların ruhunun şairiydi. Anlattığı olaylar arasında soyut ve somut geçişler, kelimelerle oynayışıyla, ele avuca sığmayıp tüm kalıpları yıkan bir şairdi. Toplumsal sorunların, insanın iç dünyasındaki etkilerini, trajedilerini anlatarak yaşadığı çağın halkının yürek sesiydi . Kitaplarının isimleri de zaten bu durumu net bir şekilde açıklıyor; Umutsuzlar Parkı, Tragedyalar, Nerde Antigone...

Şiirlerini bir hikaye çemberine toplayıp usa dayanan, bol betimleme ve imge barındıran bir anlatıcılığa sahiptir ve bunu bir söyleşisinde şu sözlerle anlatmıştır. 

" Her şairi, bir öteki şairden ayıran bir takım özellikler vardır. Bu özelliklerden bir kaçı genel olarak kişiliği belirler. Benim anlatıcı tavrım şiirin sınırlarını aşmadan, hikaye etmeden ortaya konmuş bir anlatıcı biçimidir." 

" gül kokuyorsun bir de

amansız, acımasız kokuyorsun

gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun

dayanılmaz birşey oluyorsun, biliyorsun

hırçın hırçın, pembe pembe

öfkeli öfkeli gül

gül kokuyorsun nefes nefese.

gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun

ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle

sen koktukca düşümde görüyorum onu

düşümde, yani her yerde

yüzü sararmış, titriyor dudakları

şakakları ter içinde

tam alnının altında masmavi iki ateş

iki su

iki deniz bazan

bazan iki damla yaz yağmuru

mermerini emerek dağlarının

şiirler söylüyor gene

ölümünden bu yana yazdığı şiirler

kızaraktan birtakım şiirlere

büyük sular büyük gemileri sever çünkü

ve odur ki büyüklük

şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse

o zaman ölünce de şiirler yazar insan

ölünce de yazdıklarını okutur elbet

ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi

yaşamanın herbir yerinde.

 

gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun

bu koku dunyayı tutacak nerdeyse

gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün

herkes, hep bir ağızdan: gül!

ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek

saçların, alınların,göğüslerin üstüne

yüreklerin üstüne

bembeyaz kemiklerin

mezarsız ölülerin üstüne

kurumuş gözyaşlarının

titreyen kirpiklerin üstüne

kenetlenmiş çenelerin

ağarmış dudakların

unutulmus çığlıkların üstüne

kederlerin, yasların, sevinçlerin

ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek.

 

bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül

yıllarca esecek belki

ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah

göreceğiz ki

biz dunyamızı gerçekten görmemişiz daha

geceyi, gündüzü, yıldızları

görmemişiz hiç

tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla.

 

öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları

bu umutsuzluklari bırakın kardeşler

göreceksiniz nasıl

güller güller güller dolusu

nasıl gül kokacağız birlikte

amansız, acımasiz kokacağız

dayanılmaz kokacağız nefes nefese "

Ne zamam bir şiirini okusam veya dinlesem kendimi bir hikayenin içinde imgelerle dans ederken bulurum. Her kelimesinde, her cümlesinde yüreğime nasıl dokunduğunu hissederim. Bana en sevdiğim şiiri sorulsa hiç birini birbirinden ayırt edemem. Bilmez miyim hiç derim, bir yitişten sonra şiiri gelir aklıma, ey der bir şiirin de, boşversene sen der ötekinde...

Aslında yazacak, Edip Cansever'i anlatacak çok cümlem var ama yazımı burada bitiriyorum. Şiirle yaşamış, şiiri yaşamış, şiiri yemiş, şiiri içmiş, benim gözümde şiir adam o tıpkı Cemal Süreya'nın da dediği gibi 

"Fazla şiirden öldü Edip Cansever

textgram_1590593932-001.png

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum