LYS’DEN YKS’YE, TANZÎMÂT’TAN CUMHÛRİYET’E; ‘TÂRİH BİLİNCİ’

Değerli Okurlar;


​YÖK’ün geçtiğimiz hafta içinde almış olduğu mâlûm kararlar doğrultusunda, mevcut ‘YGS ve LYS’ sistemi; ‘YKS’ (Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı) adı altında farklı bir modele evirilmişti. Yeni sistemin gebe olduğu geniş çaplı tüm sonuçları bir kenara bırakarak, bir Târihçi gözü ile mensubu olduğum branş açısından bir değerlendirme yapmak sorumluluğu hissetmekteyim...


​Öncelikle, yeni sınav modelinin, ‘TM’ bölümlerinden tercih yapacak adaylar için artık ‘târih ve felsefe’ sorularını çözmek zorunluluğunu kaldırdığı duyuruldu. Bu karar, hâli hazırda, ülkemizin gittikçe büyüyen bir problemi olan ‘atanamayan öğretmenler’ ve özelde ise sayıları elli bine dayanmış ‘işsiz târih öğretmenleri’ göz önüne alındığında, sayısal bölümlerin zâten ihtiyaç duymadığı bu branşın; târih ilmine muhtaç ‘arkeoloji, antropoloji, hukuk, siyâset bilimi, uluslararası ilişkiler, müzecilik, kamu yönetimi’ gibi TM’de yer alan hiçbir alan için gereklilik olarak kabûl edilmediği anlamına gelmekteydi. Oysa yüzümüzü bir iki asır öncesine çevirecek olursak, bugüne dek kaydedilen gelişmelerin, ne kadar uzun zaman dilimlerinde ortaya çıkabilme fırsatı bulduğunu, şöyle anlayabiliriz:


​XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde, ‘Sultan II. Mahmud’un çabalarıyla temeli atılan eğitim reformları, ‘Sultan Abdûlmecîd’ devrinde, 1846 yılında kurulan ‘Mekâtîb-i Umûmiye Nezâreti’ ile kurumsallık kazanmış; 1848 yılında ilk ‘Dârû’l- Muallimîn’in (Öğretmen Okulu) ortaya çıkışıyla da ‘medreseden modern tipteki okullara geçiş sürecinde’ öğretmenlere verilen değer artmış olmaktaydı. ‘Tanzîmât’ döneminde hız kazanan, 1870 yılında ‘Dârû’l- Muallîmât’ın (Kız Öğretmen Okulu) açılışıyla da perçinlenen yeni eğitim politikaları; iyi bir hukukçu olduğu kadar iyi bir târihçi olarak da bilinen ‘Ahmed Cevdet Paşa’nın girişimleriyle başarıya ulaşmaya başlamıştı. ‘Sultan II. Abdûlhamîd’ devri ise Avrupa’ya gönderilen ve geleceğimiz olarak görülen öğrenciler dönemini başlatmıştı. Bu uygulama, Cumhûriyet’in ilk yıllarında da devâm edecekti…


​Cumhûriyet döneminin önemli ilim adamları arasında yer alan ve günümüzde hâlen ‘Târihi Sevdiren Adam’ olarak anılan ‘Ahmet Refik Altınay’ da Avrupa tahsîli gören, ‘Dârû’l- Fünûn’da Târih Müderrisliği vazîfesi de üstlenmiş, önemli târihçilerimizden biriydi. Yeni Türk Devleti’nin ilk eğitim kademelerinden başlayarak, Târih bilincine sâhip nesillerin yetişebilmesi amacıyla; Târih müfredâtlarının plânlamaları ile meşgûl olmuş ve Mustafa Kemâl Atatürk’ün de öngördüğü çizgide ilerleme kaydeden kuşakların yetişmesinde, büyük katkılar sağlamıştı. Eğitim sisteminin iki asırlık değişim serüveni boyunca el üstünde tutulan Târih ilminin, bugünkü eğitim metotları içindeki gözden düşüşü ise; bu yazdıklarımdan sonra, son derece üzücüdür.


​‘Zarârın neresinden dönsek kârdır’ anlayışından hareketle, bütün hafta boyunca ‘sosyâl medya’ plâtformlarında seslerini yükselten târihçilerimiz sâyesinde YÖK’ün geri adım attığını, TM alanları için tekrar târih ve felsefe grubu sorularının sınavlarda yer alacağını söyleyebilirim. Ancak bu yine de gerek soru sayılarının azaltıldığı ve gerekse Târih’e verilen gerçek değer ve art niyetlerin su yüzüne çıktığı gerçeğini değiştirmiyor.


​Târih bilincinden yoksun nesiller, maalesef ‘millî anlamda’ parlak bir gelecekten de yoksun olarak yetişecektir diyor ve sözlerimi, Mustafa Kemâl Atatürk’ün konuya dâir şu vecîzesi ile noktalıyorum:


​‘Büyük devletler kuran ecdâdımız, büyük ve şümûllü medeniyetlere de sâhip olmuştur. Bunu aramak, tetkîk etmek, Türklüğe ve cihâna bildirmek; bizler için bir borçtur. Türk çocuğu, ecdâdını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır!’
​Esen kalın…

Önceki ve Sonraki Yazılar